Fıtri Delil

Allah'ın varlığının ilk delili; Onun insanlara vermiş olduğu Fıtrattan kaynaklanan delildir, insanda bulunan tabii şuur, kalp gözü; şu sınırlı kâinatın dışında sınırsız bir varlığın olduğunu hisseder. Bu zat her şeye hakim, bütün işleri düzenleyen, kendinden istenen, tazim edilen, korkulan, kendisine yönelinen ulvi bir zattır. Bütün bu hisler kalbin derinliklerinden kaynaklanarak kişinin bütün benliğini sarar. Kişinin nefsinde bulduğu bu his telkin, öğrenme ve gayret sonucu elde edilen bir his değil yaratılışından kaynaklanan histir.

Bu fıtri şuuru meşhur düşünür Dekart şöyle dile getirmektedir: "Kendimde hissettiğim eksiklik beni kamil, eksiksiz bir zatın varlığı fikrine götürmektedir. Beni inanmaya zorlayan bu duygu bütün güzel sıfatlarla donanmış olan zat tarafından bana verilmiş bir duygu dur. İşte bu zat Allah (cc)tır." Fıtratı bozulmayan, nefsini kötülüklerden arındıran, kalbinden gaflet perdesini kaldırarak gönül gözünü açan, ruhi boşlukta olmayan her insan Allah'ın varlığının bütün benliğini sardığını hisseder. Bu vasıflarda olan kişinin rabbinin varlığını ispat için herhangi bir delile ihtiyacı yoktur. Çünkü o, Allah'ın varlığını kalbinde her şeyden daha fazla hisseder. Bilakis Allah her şeyin delilidir.

"Rabbinin her şeye hakkı ile şahid olması sana kafi değil mi?" (Fussilet Suresi, 53)

Rivayete göre yakin sahibi salih alimlerden birine; "Falan kelam alimi Allah'ın varlığını ispat için yüz delili ileri sürmektedir" denilince o alim "demek ki adamın Allah'ın varlığı hakkında yüz şüphesi varmış" diye cevap vermiştir. Bu cevap "Allah'ın varlığının" kişinin nefsinde delile muhtaç olmayacak kadar açık bir şekilde hissedildiğine işaret etmektedir.

Bazı ariflere de "Rabbini ne ile bildin?" diye sorulduğunda onlar "Rabbimi yine rabbimle bildim" diye cevap vermişlerdir.

İbni Ataullah el İskenderi ise şunları söylemiştir:

"Ey Rabbim! Mevcudiyeti sana muhtaç olan şey, senin varlığına nasıl delil olur? Senin iraden olmadan var olmayan şey, senin varlığına nasıl delil olur?"

Bizim "Fıtri delilden" maksadımız şudur: insan ister cahil ister alim olsun kültürel etkilerden soyutlanıp, zihnini yaşadığı mekana bağlayan şeylerden uzaklaştırdıktan sonra, kâinatı ve nefsini tefekkür ettiğinde nefsinde fıtrat tabiatından kaynaklanan kendisinden bir türlü kurtulamadığı, bir duygu bulacaktır. Bu duygu yüce rabbine, rabbinin katındaymış gibi, huşu içinde secde etme duygusudur.

İnsana bir artı birin iki olduğunu delilsiz olarak öğreten Allah, elbette ona kendisinden asla ilgisiz olamayacağı bir rabbinin olduğunu da delile ve mukadimelere (öncüllere) muhtaç olmadan öğretir.

Bu fıtri şuur; rahatlık ve insanı şımartan zenginlik anında genelde hissedilmez. Çünkü rahatlık kişinin bu hakikati görmesine perde olur. Ancak başına bir bela geldiğinde, asli fıtratı perdeleyen sahte kaymak eriyerek gerçek ortaya çıkar işte o an, dua ve niyaz ile rabbine yönelir.

Bir adam Caferi Sadık’a "Allah" hakkında bir soru sorar. İmam onun bu sorusuna,

-Sen hiç denizde yolculuk yaptın mı?" sorusu ile karşılık verir. Adam:

-Evet, der. İmam tekrar:

-Bu yolculuk esnasında kasırga ile karşılaştın mı? diye sorar. Adam:

-Evet, der imam:

-Güvendiğin, beklediğin bütün kurtuluş vesilelerinden ümidini kestin mi? diye sormaya devam eder. Adam:

-Evet der. İmam tekrar:

-Hiç aklından "Dilerse seni kurtaracak bir zatın" var olduğu geçti mi? diye sorar. Adam:

-Evet der. İmam:

-İşte o zat Allah'tır, diye cevap verir.

Bu hakikate işaret eden Kur'an bize şöyle bir tablo çizer:

"O, sizi Karada ve denizde gezdiren zattır. Hatta gemilerde bulunduğunuz, onlar, bunları güzel bir hava ile akar gibi götürdükleri, (yolcular da) bununla sevindikleri zaman ona şiddetli bir fırtına gelip çatar. (Denizin) her yerinden kendilerine dalgalar hücum edince çepeçevre kuşatıldıklarını sanırlar. (İşte o an) Allah'ın dininde halis ve samimi olarak ona dua ederler. Ve "Andolsun, eğer bizi bundan kurtarırsan kesinlikle şükredenlerden olacağız" derler" (Yunus Suresi, 22) Kuranı Kerim'in bu tasviri bahsedilen fikrin doğruluğunu ve bütün insanları kapsadığını çarpıcı şekilde ortaya koymaktadır.

Kur'an insanı kalbinin kavşak noktasında yakalayarak rabbine yöneltir. Daha sonra ona rabbi ile insanlık arasında cereyan eden sözleşmeyi arzeder. Bu sözleşmeye göre; insan yalnızca rabbine inanacak ve yalnızca ona ibadet edecektir. Bu sözleşmeyi öğrenmek istersen şu ayetlere kulak ver:

"Hani Rabbin Adem oğullarından ve onların sülblerinden zürriyetlerini çıkarıp kendilerini nefislerine şahid tutmuş ve "Ben sizin rabbiniz değil miyim?" demişti. Onlar da "Evet, şahit olduk." demişlerdi. (Bu şahadet) kıyamet günü "Bizim bundan haberimiz yok tu dememeniz içindir. Yahut "daha önce atalarımız şirk koşuyordu. Biz onlardan sonra gelen bir nesiliz. Şimdi o batılı ortaya koyanların işlediği (günah) yüzünden bizi helak mı edeceksin?" dememeniz içindir" (Araf Suresi, 172-173) Buraya kadar anlatılan "Allah'ın varlığının fıtri delili" tarih boyunca bütün milletlerin ortak müştereği olmuştur. İnsanların büyük bir kısmının gerçek iman dan yüz çevirip onu vehimleriyle batıl inançları ile kirletip özünü bozmaları bu gerçeği değiştirmez.

Ünlü düşünür Henri Birgison fıtri iman hakkında şöyle der: "İlimsiz, sanatsız, felsefesiz toplumlar bulunabilir. Ancak dinsiz toplum bulunamaz" Eski bir tarihçi de: "Tarihte kalesiz, okulsuz, sursuz şehirler bulunabilir ancak mabedsiz şehir bulunamaz" der.

Dinler tarihini araştıranların da belirttiği gibi ilim ve medeniyetin ulaştığı hiçbir toplum dinden ve imandan uzak olamaz.

Büyük düşünür Renan "Dinler tarihi" kitabında şöyle der: "İnsanın elinden her hürriyet alınabilir. Akıl hürriyeti, ilim hürriyeti sanat hürriyeti yasaklanabilir. Ancak dindarlık yok edilemez. Bilakis o, yeryüzünde fikir hürriyetini vahşice yok etmek isteyen materyalizmin yanlış olduğunu haykıran en güçlü ses olarak kalacaktır." der.