Takdir Delili

Takdir: Bütün varlıkların uygun zamanda, uygun mekanda belli bir ölçü, belli bir düzen ve belli bir hesaba göre yaratılmasına denir. Yaratılan bu varlıklar kendilerine yakın veya uzak olan bütün varlıklarla uyum için olup görevi ve yaratılış gayesi doğrultusunda hareket ederler.

Bahsedilen ölçüler içinde yaratılan varlıklar ile, kâinatın bütünü arasında da onun devamını sağlayan, mükemmel bir birlik ve düzen vardır.

Varlıkların görevlerini layıkı veçhiyle yürütebilecek şekilde yaratılmasına mükemmellik, kendilerine faydalı olup, başkalarına zarar vermeyecek ve de başka varlıklarla çakışmayacak özelliklerin verilmesine ise, takdir denir. Bu ise varlığa verilen özelliğin uygun zamanda uygun mekanda, ona faydalı olacak miktarda ve diğer varlıklarla uyum sağlayacak şekilde verilmesi ile olur.

Kuran-ı Kerim’de de belirtildiği üzere takdir bütün varlıklar için geçerlidir.

"Onun katında her şey takdir (ölçü) iledir" (Rad Suresi, 8)

"O, her şeyi yaratarak ona bir düzen vermiştir." (Furkan Suresi, 2)

"Yarattığımız her şey için bir ölçü tayin edilmiştir" (Talak Suresi, 3)

Örneğin suyu en güzel şeklide yaratmıştır. O temizleme ve kendisine ihtiyacı olanların ihtiyacını giderme görevini en güzel olarak yerine getirecek şekilde hazırlanmıştır. Suyu yaratıp onu yeryüzüne yerleştiren Allah, ona belli ölçüler vermiştir. Şöyle ki eğer su mahlukatın ihtiyacından eksik olsaydı susuzluk ve kıtlık olur. Fazla olsaydı bu kez de her yeri su basardı. Bu duruma işaret eden Yüce Allah: "Gökten suyu ölçü ile indirdik." (Mü'minun Suresi, 18) buyurur.

Güneşe gelince; Allah onu ışığıyla, ısısıyla kendisine verilen görevi yapmak üzere en güzel şekilde yaratmıştır. Bununla birlikte kendisine taktir edilen eksende dönmektedir. Bu dönüşü esnasında diğer yıldızlara çarpmadığı gibi, dünyayı yakacak kadar ona yaklaşmamakta, donduracak kadar da ondan uzaklaşmamaktadır. Güneşin bu durumunu Kur'an bize şöyle tasvir etmektedir:

"Güneş de kendi ekseninde seyretmektedir. Bu mutlak galib ve hakkı ile bilen Allah'ın taktiridir. Aya gelince ona da menziller, ölçüler tayin ettik. Nihayet o, eski hurma salkımının eğri çöpü haline döner. Ne güneşin aya kavuşup çarpışması ne de gecenin gündüzü geçmesi söz konusu değildir. Hepsi de birer felekte yüzerler." (Yasin Suresi, 38-39-40)

Hangi asırda yaşarsa yaşasın her insan, biraz düşünmekle -kabiliyeti nisbetinde- kâinattaki her şeyin ölçülü olduğunu anlar. Çağdaş ilime gelince yeni keşiflerle yaratılış hikmetinin perdesini aralayıp onun arkasındaki akıllara durgunluk veren sırları çözmeye başladı.

Böylece varlıklar arasındaki uyum, ölçü ve sınır daha net olarak ortaya çıktı.

Sınırlarını bilmediğimiz şu uçsuz bucaksız fezanın ortasında milyarlarca yıldız vardır. Hatta bu yıldızların bir kısmı güneşten binlerce hatta milyonlarca kez büyüktür.

Örneğin Sirius yıldızı güneşten 20 kez daha ağırdır. Işığı ise güneş ışığından 50 kez daha çoktur. Süheyl yıldızı ise güneşten 2500 kez daha büyüktür...

Astronomi bilginleri bu konuda şu tesbitleri yaparlar:

"Sayıları milyonları aşan yıldızların ve gezegenlerin çıplak gözle görülmesi mümkün değildir. Çıplak gözle görülenler, onların görüntüleridir. Bu yıldızları görmek mümkün olmadığı gibi, inceleme ve araştırma yapmadan, yapılarını bilmekte mümkün değildir. Bütün yıldızlar belli bir yörüngede yüzmektedirler. "

Yıldızlar ve gezegenler birbirlerinden bu kadar uzak olmalarına rağmen yapı ve tesir itibarı ile birbirleri ile uyum içindedirler. Onlar şu varlık aleminde kendilerine verilen görev ve hareket seyrini yerine getirmektedirler.

Güneş, ay ve yeryüzünü ele alıp aralarındaki ilişkiyi incelediğimizde aralarında eşsiz bir ölçü ve ahenk olduğunu görürüz. Yeryüzündeki bütün canlıların varlığı ve hayatlarının devamı bu ölçüye bağlıdır.

Milyonlarca yıldız ve gezegenlerin arasında yer alan güneş, yeryüzündeki hayatı mümkün kılan en büyük amillerden biridir. Onun yaşadığımız gezegende hayat verebilmesi, ancak büyüklüğünün, yoğunluğunun, sıcaklığının, dünyaya uzaklığının ve ışın çeşidinin şu andaki gibi olması ile mümkündür. En küçük bir değişiklik, dünyanın mahvolmasına neden olur.

Büyük bilgin l. K. Marison güneş hakkında şunları söylemektedir. "Dünya gezegeni her 24 saatte bir kendi ekseni etrafında döner. Bir başka ifade ile saatte yaklaşık 1000 mil yol alır. Eğer saatte yalnızca 100 mil yol alsaydı o zaman gece ve gündüzümüz şu andakinin on misli olurdu. Bu ise yaz mevsiminde bütün bitkilerin gündüzleyin yanması, geceleyin donması demek olurdu."

"Hayatın kaynağı olan güneşin yüzeyindeki harareti 1200 fahrenayt derecedir. Dünyanın güneşe uzaklığı ise bu ısıdan zarar görmeyip, bilakis faydalanacak mesafededir. Bu mesafe gerçekten hayret edilecek şekildedir.

"Eğer dünyadaki sıcaklık yılda 50 derece artsaydı bütün bitkiler ve insanlar ya yanarak veya kuruyarak ölürdü." Dünya güneş etrafında saniyede yaklaşık 18 mil yol kateder. Eğer saniyede 6 veya 40 mil olmuş olsaydı güneşe olan yakınlık veya uzaklığı nedeni ile, yeryüzündeki hayat yok olurdu."

"Bilindiği gibi yıldızlar farklı büyüklüklerdedir. Hatta bazıları dünyayı ekseni ile birlikte içine alabilecek büyüklüktedir."

"Yıldızlar ışık yönünde birbirlerinden farklıdırlar. Işıkların fazlalığı nedeni ile içlerinde bilinen hiçbir hayat işareti yoktur. Onlardan bazılarının ışığının büyüklüğü ve kasefeti güneşten onbin kat daha fazladır. Eğer güneşte bu yıldızların yarısı kadar ışık olsaydı, bütün insanlar yanar kül olurdu.

"İnsanı hayrete düşüren şey, dünyaya gelen ışınların milyonlarca yıldız arasından, yalnızca hayat için uygun olan güneşten gelmesidir".

"Merihin de dünya gibi bir uydusu vardır. Küçük olan bu uydu, ondan yalnızca 6000 mil uzaktadır. Dünyanın uydusu olan ay, ondan 240.000 mil değil de 50.000 mil uzakta olsaydı çekim kuvvetinin güçlüğü nedeni ile sular fışkırıp yeryüzünü sular altında bırakırdı". ("İlim imana çağırıyor" isimli eserden)

Bütün bu varlıkları büyüklüklerine, şekillerine, uzaklıklarına, birbirleri ile alakalarına göre yerli yerine koyan kimdir? İnkarcı materyalistlerin bu soruya ikna edici cevapları var mıdır? Asla yoktur.

Fakat bizim cevabımız hazırdır. O da: Bütün varlıkları hakimane yerli yerine koyan Allah (cc)tır.

"Göklerin ve yerin mülkü onundur. O, hiçbir çocuk edinmemiştir. Mülkünde ortağı da yoktur. Bütün varlıkları yaratan, onları düzenleyen, ölçülerini tayin eden odur" (Furkan Suresi, 2).

Yıldızları, gezegenleri ve bunların yeryüzü ile olan ilgilerini bir tarafa bırakıp havayı araştırdığımızda, bütün kâinatı kaplayan bu gaz tabakası hakkında ilmin şunları söylediğini görürüz:

"Oksijen ve hidrojenden oluşan hava, yeryüzündeki bütün canlıların hayat kaynağıdır. Yerin onu daha fazla emmesi mümkündür. Fakat O havayı dengeyi bozmayacak şekilde emer. Eğer o, havayı biraz daha fazla emmiş olsaydı yeryüzünde hiçbir insan yaşayamazdı."

"Havanın şu andaki yüksekliği, toprağın ihtiyacı olan kimyevi tesirli ışınların toprağa nüfuz etmesini sağlar. Toprağa nüfuz eden bu ışınlar ondaki mikropları öldürdüğü gibi, gıdalarda da insana zarar vermeyecek vitaminlerin oluşmasını sağlar". ("İlim imana çağırıyor" isimli eserden)

Gazları araştırdığımızda bunlardan oksijenin, yeryüzündeki bütün canlıların nefes alma kaynağı olduğunu görürüz. Havada %21 oranında bulunan oksijen, %50'ye çıkmış olsaydı ne olurdu? İlim bu soruya şu cevabı vermektedir: Yanma özelliğine sahip olan bütün varlıklar kendiliğinden tutuşurdu, ilk kıvılcım ise ağaca sıçrar ve bütün ormanları kül yığınına çevirirdi.

Malum olduğu üzere kâinatta bulunan bütün canlılar oksijen alıp karbondioksit verirler. Bitkiler ise bunun tam aksine karbondioksit alır oksijen verirler. Bu durum, insan ve hayvanlar ile nebatat ve ormanlar arasındaki mükemmel alışverişin en güzel göstergesidir. Onların attığından biz, bizim attığımızdan da onlar faydalanırlar. Bu alışveriş olmasaydı hayat beş dakika sonra biterdi.

Eğer bu denge kurulmasaydı hayat olmazdı. Örneğin hayat yalnızca hayvanlardan ibaret olsaydı, kısa bir süre sonra bütün oksijen biterdi. Bitkilerden ibaret olsaydı, bu kez de karbondioksit biterdi. Buna göre her iki durumda da hayat sona ererdi. ("El Masdar nefsühü" isimli eserden)

Ne dersin sence; varlıklar arasındaki bu uyumu sağlayan, ölçüyü koyan, düzeni kuran kimdir?

Gazlar alemini bir kenara bırakıp bitkiler ve böcekler alemine yöneldiğimizde, bu varlıklar arasındaki ilişkilerin mükemmelliğini hemen görürüz.

Bitkiler ve böcekler arasındaki bu mükemmel uyuma değinen l. K. Morison bu hususta şu tesbitleri yapmaktadır:

"Dünyanın yaratılışından şu ana kadar yaşayan -ne kadar vahşi, kaba, zorba olursa olsun- bütün hayvanları dizginleyen şu mükemmel düzen akıllara durgunluk verecek niteliklere sahiptir."

"Bu mükemmel düzeni yalnızca insanlar bozmaktadır. Ama bitkileri ve hayvanları asli mekanından alarak başka mekanlara nakleden insanoğlu çeşitli afetlere maruz kalmak suretiyle yaptığı bu bozgunun cezasını kat kat ödemektedir. Yaşanan pek çok olay bunun açık delilidir. Örneğin:

Yıllar önce Avusturalya'da bir kaktüs çeşidi ekilir. Fakat bu kaktüsler kısa sürede yayılarak ta İngiltere'nin sınırlarına dayanır. Bundan dolayı gerek şehirli gerekse köylü bütün halk çok zor durumda kalır. Kaktüsler bütün ekinleri mahvettiği gibi ekin ekilecek yer de bırakmaz. Şaşkınlık içinde kalan halk bütün gayretlerine rağmen kaktüslerin yayılmasını önleyemezler. Artık Avustralya büyük bir hissizler ordusunun işgaline uğramıştır."

"Çaresiz kalan Avusturalya devleti sonunda bir çare bulmak için konu ile ilgili bilginleri dünyanın dört bir bucağına gönderir. Bu bilginler büyük araştırmalar sonunda nihayet, yalnızca Kaktüs yiyerek gıdalanan bir böcek bulurlar. Üstelik hızla çoğalan bu böcekleri, Avustralya’da tanıyan düşman varlıklar da yoktur." Avusturalya'ya geldikten kısa bir süre sonra bütün kaktüsleri yok eden bu böceklerin çok az bir kısmı hariç bütünü geldikleri bu yeri terkettiler. Kalanlar ise kaktüsün bir daha yayılmasını önlemek için yeterli idiler.

İnsan oğlunun karşı karşıya kaldığı tehlikeleri öğrenmek için, yakın zamana kadar korunma çarelerinin bilinmediği Taun, Veba gibi öldürücü hastalıkları, zararlı mikropları ve bunlardan korunma hususundaki cehaletin büyüklüğünü hatırlamak yeterlidir sanırım. Bütün bu tehlikelere ve çaresizliğe rağmen yine de insanoğlu varlığını sürdürmüştür."("İlim imana çağırıyor" isimli eserden)

Bütün bunları bir tarafa bırakıp insan vücudunu incelediğimizde onun organlarının ve bu organların birbirileri ile ilgilerini, yardımlaşmalarını ve aralarındaki ölçüyü araştırdığımız zaman hayretten küçük dilimizi yutarız.

Büyük bilgin l. K. Morison bu konuda şöyle yazmaktadır.

"Bütün bilginlerin ortak görüşü şudur: İnsan vücudundaki organlar arasında bulunan bu müthiş bağlantı olmasaydı gerek zihin gerekse diğer organlar büyük tehlikelere maruz kalırdı. Eğer bu uyumsuzluk umumi olsaydı medeniyet olmaz, hatta insan dahi yaşayamazdı. Yaşasa bile hayvanların derecesine düşerdi." (Aynı eserden)

Sana göre bütün bu dakik ölçüler nasıl meydana geldi? Bir planlayıcı ve programlayıcı olmadan bu eşsiz planlar, programlar nasıl gerçekleşti?