Hidayet Delili
Şu kâinatta bulunan varlıkların bütünü Allah'ın varlığının delilidir. Onun güzelliği ve mükemmelliği ise başka bir delildir. Diğer bir delil de varlıkların kendi içlerindeki uyum ile diğer varlıklarla olan uyumudur.
Dördüncü delil ise "Hidayet delilidir" kâinatta bulunan her varlık görevini en iyi şekilde yerine getirecek durumda yaratılmış, yaratılış gayesine uygun olarak yönlendirilmiştir. Bundan başka yaradılış gayesi ilham edilmiş ve gayesine ulaşması için kendisine bütün yollar ardına kadar açılmıştır. İşte bu yaratılış, mükemmellik, takdir delilinin dışında bunları tamamlayan dördüncü delildir. İlham ve talim delili olan bu delili "Hidayet delili" diye adlandırdık.
Bu delil canlı, cansız, akıllı, akılsız, konuşan, dilsiz kısaca kâinatta bulunan bütün varlıkları kapsamaktadır. Yoksa ilk bakışta sanıldığı gibi yalnızca akıllılara mahsus değildir. Yalnızca insan, kuş, böcek gibi dünyada yaşayan canlılara da has değildir. Nitekim Kur'an-ı Kerim bu gerçeği Hz. Musa'nın diliyle şöyle dile getirmektedir:
Kendisinin Rab olduğunu iddia eden Firavun Hz. Musa'ya "Ey Musa! Sizin rabbiniz kimdir?" diye sorduğunda o "Bizim rabbimiz, bütün varlıkları yaratan ve onları yaratıldıkları maksada doğru yöneltendir." (Taha Suresi, 49-50)
Ne kadar varlık varsa onların bütünü, yaratıldıkları maksada hidayet edilmiş (yöneltilmişlerdir.)
Bahsettiğimiz bu hidayet delilinin görüntülerine biraz da olsa değinmek gerekir sanırım.
Her hayvana yaşamını sürdürebilmesi ve görevini yerine getirebilmesi için duyu organlarının yanı sıra özel sistemler verilmiştir. Örneğin doğana yerdeki küçük avlarını yakalayabilmesi için teleskobik bir göz verilmiştir. Böceklere ise, insandan korunmak için edindiği yuvasına gidebilmek için, derecesini bilmediğimiz mikroskobik gözler verilmiştir. Posta güvercininin, haritasız ve kılavuzsuz olarak binlerce mil uzaktaki yerlere gidip, yolları karıştırmadan dönmesi, ona verilen özellikler sayesindedir. Kuşlar bir ülkeden diğer bir ülkeye, hatta bir kıtadan diğer kıtaya göç edip belli bir müddet sonra kaybolmadan ve yolları karıştırmadan, vatanlarına geri dönerler. Hayvan göçlerinin en garibi su yılanlarının göçüdür. Bu yılanlar, büyümelerini tamamladıktan sonra, çeşitli nehirlerden binlerce mil katederek, uzun derinlikleri bulunan Kuzey Permuda’ya gelirler.
Burada üremelerini tamamladıktan sonra ölürler, yeni doğan ve bulundukları sudan başka hiçbir şeyi tanımayan yavruları ise, dalgaları yarıp yollarını bularak annesinin geldiği yerlere geri dönerler. Yeni doğan bu yılanlar; güçlü rüzgarlara ve denizin dev dalgalarına karşı koyarak, bundan önce en küçük bir bilgiye sahip olmaksızın, kendilerine tahsis edilen sulara giderler. Bunlardan bazısı Afrika'ya, bazısı Asya'ya diğer bazısı ise Avrupa'ya giderler. Eğer bu yolculuk olmasaydı, hiçbir suda yılan kalmazdı.
Böcekler, kuşlar ve diğer hayvanlar üzerinde araştırma yapanlar, hayretler içerisinde kalacaklardır. Onları hayrette bırakan hangi canlıdan bahsedelim. Arılardan mı? Bu mükemmel hayvanlar; nasıl karar verirler, nasıl ölçüp biçerler, nasıl uyum sağlarlar. Nasıl iş bölümü yaparlar, birbirileri ile nasıl yardımlaşırlar, yaptıklarını nasıl koruyorlar? Bu konuda bilginler pek çok şey söylemişlerdir. Ancak biz yalnızca Kuran’ın işareti ile yetineceğiz.
"Rabbim bal arasına "dağlardan, ağaçlardan ve (insanlardan senin için yapacakları) çadırlardan evler (kovanlar) edin, sonra meyve ve çiçeklerin her birinden ye de Rabbinin (imalini öğrettiği ve) kolaylıklar gösterdiği yaylım yollarına git" diye ilham etti. Onların karınlarından, çeşitli renklerde şerbet (bal) çıkar ki onda insanlar için şifa vardır." (Nahl Suresi, 68-69)
Yoksa karıncanın hidayetinden mi bahsedelim.
Bu böcekler yardımlaşma hususunda darbı mesellere konu olmuş sosyal yönlü varlıklardır. Karınca yiyeceklerini yazdan biriktirir, onu yiyecek depolamak için yaptığı mahzenlerde korur. Elde etmesi zor olan, yuvasından çıkamadığı kış mevsiminde ise biriktirdiği bu yiyecekleri afiyetle yer. Biriktirdiği şeyler bitip çoğalan cinsten şeyler ise ürememesi için onlar ikiye böler yine de ürüyorsa bu kez her bir taneyi iki kez böler. Biriktirdiklerine su değip te bozulacağından korktuklarında ise güneşli günü bekler, güneş çıkınca ıslanan malzemeleri yuvasının önüne çıkarıp kurutur. Sonra içeri alır. Bütün bunları ona kim öğretti dersiniz?
Karıncaların en şaşılacak yönleri ise şudur: Baş kasının gözle görüp, kulakla duymadıklarını onlar koku alma yolu ile bilirler. İnsanların yemek yediği yeri koku alma yolu ile tesbit eden karıncalar, çok uzak yerde dahi olsalar hemen oraya gelirler ve burdaki yiyecek kırıntılarını yuvalarına taşımaya başlarlar. Taşıyamayacakları büyük bir kırıntı ile karşılaştıklarında ise hemen yuvalarına döner orda bulunan bir gurup karınca alır taşıyamadığı o kırıntıyı bu gurupla birlikte taşırlar. Bu kırıntıları taşırken yola bir ip gibi dizilirler. Karıncaların arılar gibi başkanları yoktur. Ancak onların yiyecek arama hususunda sözlerine itiraz etmedikleri gözcüleri vardır. O, bir yerde yiyecek görünce hemen gelip haber verir. Bunun üzerine bir gurup hemen onunla birlikte çıkar. Karıncaların diğer bir özelliği ise kendilerinden çok cemaatlerinin iyiliği için çalışmalarıdır.
Yoksa karganın hidayetinden mi bahsedelim.
Erkek ve dişi kargalar yavruları hususunda tam bir adalet örneği sergilerler. Yavrunun bakımının, terbiye ve gözetiminin büyük bir kısmını dişi karga üstlenir. Onların yiyeceğini temin ise erkek kargaya aittir. Kargalar yavrularını birlikte doyururlar. Yavrunun kanatları güçlenip kendi başına açabilecek hale gelinceye kadar onu birlikte eğitirler. Midesi genişleyip güçleninceye kadar her şeyi yemesine müsaade etmeyip ona bazı yasaklar koyarlar. Yavrunun, artık kendi başının çaresine bakacak hale geldiğine inandıklarında ise, onunla irtibatı tamamen keserler. Aynı anda ona karşı olan merhametleri de garib bir şekilde kesilir. Hatta yavru onlardan yiyecek istese vermez ona vururlar. Çünkü artık onlar yeni bir evladın terbiyesinin hazırlığı içindedirler.
Bütün hayvanların hidayeti (yaratılış gayelerine yöneltilmesi) bahsedilen hayvanlar gibi insanı hayrete düşürecek niteliktedir. Bu hususta İbni Kayyum şunları söyler:
"Hayvanların yaşamları için gerekli olan şeylere yöneltilmesi konusu okyanus gibi uçsuz bucaksızdır der ve devamla:
"Örneğin; yırtıcı kuşlar yavrularını doğurduklarında yumurtaları et parçası şeklindedir. Sertleşinceye kadar bu yumurtaları karıncalardan korumak için köşe bucak kaçırırlar.
Aslan, ise yürürken izlenmekten korktuğunda kuyruğu ile ayak izlerini siler.
Tilki, çok acıktığında sırt üstü yatar. Nefesini içinde saklayarak vücudunu şişirir. Onun öldüğünü sanan kuşlar, yemek için tilkinin başına üşüşünce hemen onları yakalayıp açlığını giderir.
Dişi filler doğumu yaklaştığında bir suya giderek onun içinde doğarlar. Çünkü filler, ayakta doğum yaparlar. Suda doğum yapmakla yavruyu yere düşüp yaralanmaktan korurlar. Bu durumda su yavru için yumuşak bir döşek görevi yapmış olur.
Serçeler ise, doğumdan hemen sonra çevreden yardım ister. Çevresinde bulunan bütün kuşlar gelerek, yeni doğan yavrunun etrafında uçuşup yavrunun uçmasını sağlayıncaya kadar onu eğitirler.
Göçmen kuşlar, gece yolculuk yaparken ovaların ortasında, uçsuz bucaksız denizlerde, dağların başında kılavuzsuz yol alırlar.
Ceylanlar ise, dışardaki düşmanını görebilmek için, yuvasına arkasını dönerek girer.
Kedi, tavanda fare gördüğünde, onu korkutup aşağıya indirebilmek için, sopa ile ona işaret ediliyor süsü vermek için, başını fareye doğru uzatır.
Tarla faresi, selden korumak için yuvalarını yamaçlarda yaparlar. Birkaç girişi olan bu yuvanın girişlerini ince bir örtü ile kaplarlar. Tehlike hissettiklerinde ise, bu kapıları kolayca açıp kaçarlar. Yuvasının yerini unutmaktan korkan fareler, yuvalarını ya bir tepede veya büyük bir kayanın çevresinde yaparlar ki, yollarını kaybettiklerinde kolayca bulabilsinler".
İbni Kayyum bu tür örneklerden uzun uzadıya bahsettikten sonra şöyle der: "Bu konu gerçekten çok geniş bir konudur. Ancak senin için şu ayeti bilmek yeterlidir. "Yerde yürüyen bütün hayvanlar ve iki kanadı ile uçan bütün kuşlar ümmettir." (Enam Suresi, 38)