Allah İnancı İnanç Esaslarının Temelidir

Kendisine ibadet ve itaat edilmeye layık yegane güç ve irade sahibi olan yüce Allah'a iman, bütün dinlerin ruhu olduğu gibi İslam’ın da ruhudur. Kitabullah’ın ve sünnetin de belirttiği gibi bu inanç bütün İslam inancının temelidir.

Kur'an-ı Kerim; imanın temel esaslarından ve onunla ilgili hususlardan bahsederken, Allah'a imanı her şeyin esası kabul eder.

"Resuller ve müminler, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman ettiler. Onlardan her biri Allah'a, onun meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler." (Bakara Suresi, 285)

"Asıl iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inananların iyiliğidir." (Bakara Suresi, 177)

"Ey iman edenler! Allah'a, peygamberine, peygamberine indirdiği Kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman ediniz. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyamet gününü inkâr ederse tam manası ile sapmıştır." (Nisa Suresi, 136)

Allah Resulü (sav) ise meşhur Cibril hadisinde, bu husustaki soruya cevap olarak şöyle buyurmuştur.

"İman: Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, kıyamet gününe, hayrı ve şerri ile kadere inanmaya denir."

Allah'a iman asıldır. Diğer inanç esasları ona tabidir. O halde kişi ilk önce yüce Allah'a (cc) inanır. Daha sonra meleklerine, peygamberlerine, ahiret gününe, kader ve kazaya inanır. Bütün bunlara iman Allah'a inanmanın bir gereğidir. Allah'a iman bunların temelidir. Peygamberi gönderene inanmadan peygambere iman, hesap görene inanmadan hesap gününe iman elbette düşünülmez.

Allah'a (cc) iman onun varlığına imanı, onun varlığına iman ise onun rabliğine ve yüceliğine imanı gerektirir.

Yine bu inanç kendisine layık olan sıfatlarla sıfatlanıp her türlü eksiklikten uzak olduğunu ortaya koyan güzel isimlerine ve ulvi sıfatlarına inanmayı gerektirir. Geçen derslerimizden ortaya çıkan sonuç şudur.

Allah'ın varlığı, kendisinde hiçbir şüphe bulunmayan bir gerçektir. Bilakis, fıtratı selimenin şahit olduğu en açık hakikattir. Akıllı kişiler bu hakikati hemen kabul ederler, ilimde derinlik sahipleri ise, nefislerinde ve dış alemde gördükleri harikalar ve akıllara durgunluk veren düzenden dolayı bunu ilmen desteklerler.

Bu büyük hakikate elbette, bazı kişilerin inkârı yüzünden gölge düşmez. Zira bu kişilerden bir kısmı, Allah inancına ait bilgilerden yoksundur. Diğer bir kısmının ise fıtratları bozulmuştur. Bazıları da, akli ve ilmi inatları yüzünden Allah'ı inkâr ederler.

Gerçek şu ki, İslami söylev, Allah (cc)'ın varlığı hususunda yoğunlaşmaz. Çünkü onun varlığı fıtraten bilinir. Bilakis İslami söylev, insanların saptığı diğer inançlarda yoğunlaşır. Bahsedilen inanç esaslarının en önemlisi, İslam akaidinin özü olan TEVHİD İNANCI'dır. İslam’ın gelmesinin yegane sebebi de varlığı fevkinde olan bir tek ilaha imandan başkası değildir. Yaratılan her şey onundur. Dönüş onadır. Her şeyin rabbi o olduğu gibi her şeyi programlayan da odur. İbadete, inkâr edilmemeye, şükre, nankörlük edilmemeye, itaate, isyan edilmemeye yalnızca o layıktır.

"O, size anlatılan Rabbiniz, Allah'tır. Ondan başka ilah yoktur. O her şeyin yaratıcısıdır. Öyle ise ona kulluk edin. Her şeyin vekili odur. Gözler onu idrak edemez. Halbuki o gözleri idrak eder. O her şeyi bilen, her şeyden haberdar olandır." (Enam Suresi, 102-103)

İslam’ın geldiği zaman, dünyada şirkin ayak basmadığı yer kalmamıştı. Arap yarımadasında, İbrahim (as)'ın dinine göre ibadet eden birkaç kişi ile, Kitap ehlini putperestlikle ifsad eden tahrifatın tesirinden kurtulmuş, sayılı birkaç dindardan başka kimse kalmamıştı.

İnsanlığın o günkü durumunu öğrenmek için, cahili Arapların boğazlarına kadar putçuluğa gömüldüğünü bilmek yeterlidir. Öyle ki, yıllarca putlardan korunarak yalnızca Allah'a ibadet edilen Kabe’de ve etrafında, o gün 360 put vardı. Hatta işi o kadar ileri götürdüler ki, artık Mekke'deki her evde kendisine ibadet edilen bir put vardı. İmam Buhari'nin Ebu Reca el-Utaridi'den naklettiğine göre putçuluk onları çok garip durumlara düşürmüştü. Şöyle ki:

"Biz taşlara tapardık. Taptığımız taştan daha güzelini bulduğumuzda, onu atar, diğerini alırdık. Taş bulamadığımızda ise, bir avuç toprak alır, bir koyunun yanına gider, koyunun sütünü bu toprak üzerine döker, sonra onu da tavaf ederdik."

Bundan daha garip adetleri de vardı. Sefere çıktıklarında, kendilerine hamurdan ilah yapar, yaptıkları bu ilahı yanlarında götürürlerdi. Azıkları bitip de açlık sıkıştırdığında, ilahlarını yemekten başka çare bulamazlardı.

"Sinek onlardan bir şey kapsa onu da geri alamazlar. İsteyen de aciz, kendisinden istenen de." (Hacc Suresi, 73)

Dünyan diğer bir beldesi olan Hindistan'da ise 6. yy.da 330 milyon ilah vardı.

Hatta semavi dinlerin mensupları dahi putçuluğa dalarak, dinlerinin saflığını kaybedip, onu kirlettiler.

"Yahudiler "Uzeyir Allah'ın (cc) oğludur." Hıristiyanlar ise "Mesih Allah'ın oğludur." dediler." (Tevbe Suresi, 30)

Mesih Hıristiyanlara göre gerçek bir ilahtı!

Hristiyanların bu durumu, pek çok millet arasında yaygın olan şirkin değişik bir rengi idi. Onlar, Allah'tan hariç veya Allah’la birlikte kendisine ibadet edilen Allah'ın erkek veya kız çocukları olduğunu kabul ederlerdi. Tıpkı eski Hintliler ve "melekler Allah'ın kızlarıdır" diye iddia eden Araplar gibi. Nitekim, onlar hakkında Allah Teala şöyle buyurmuştur:

"Senden önce hiçbir resul göndermedik ki ona, "Benden başka ilah yoktur; şu halde bana kulluk edin." diye vahyetmiş olmayalım. "Rahman (olan Allah, Melekleri) evlat edindi" dediler. Haşa! O, bundan münezzehtir. Bilakis (melekler), ikrama mazhar olmuş kullardır. Ondan (emir) almadan konuşmazlar; yalnızca onun emri ile hareket ederler." (Enbiya Suresi, 25-26-27)

Bütün bunlardan dolayı, İslam var gücü ile ilmi ve ameli olarak, Allah'ın birliğine davete yönelmiştir.

Bununla da kalmayıp, şirkin bütün çeşitleri ile mücadele etmiştir.

"Sizin ilahınız tekbir ilahtır. Ondan başka ilah yoktur. O rahman ve rahimdir." (Bakara Suresi, 163)