Tevhidin Hayat Üzerindeki Etkileri
Şirkin bütün şaibelerinden uzak olan tevhid, ferdin veya ümmetin hayatında tahakkuk ettiğinde en olgun ve en faydalı meyvelerini verir.
Tevhidin Meyveleri ve Hayat Üzerindeki Tesiri
Şirkin bütün şaibelerinden uzak olan tevhid, ferdin veya ümmetin hayatında tahakkuk ettiğinde en olgun ve en faydalı meyvelerini verir.
Tevhidin Meyveleri ve Hayat Üzerindeki Tesiri
Şirkin bütün çeşitleri insan için mihnet ve zilletten ibarettir. Çünkü şirk; kulun kula kulluğunu, hiçbir şeyi yaratamayan bilakis yaratılan eşya ve insanlara boyun eğmeyi gerektirir. Kendilerine gelen zararı ölümü önleyemeyen, istediği herhangi bir faydayı elde etmeye gücü yetmeyen varlıklara ibadet elbette zillettir.
Halbuki tevhid, kişiyi kul olduğu bütün varlıklardan kurtarıp, yalnızca kendisini yaratan Allah'a kul olmasını sağlar. Aklını hurafelerden, vehimlerden kurtarır. Kalbini zilletten, layık olmayana boyun eğmekten korur. Kısaca insan hayatını rablık taslayan, ilahlık iddia eden tabulardan kurtararak hürriyete kavuşturur.
Bunun içindir ki, Peygamberlerin ve özellikle peygamberimizin davetine ilk olarak şirkin önderleri, cahiliye tağutları karşı çıkmışlardır. Çünkü onlar, iyi biliyorlardı ki la ilahe illallah sözü, beşeriyete hürriyetin ilanı ve bütün zalimlerin "sahte ilahlık tahtından düşeceğinin habercisidir. Yine onlar iyi biliyorlardı ki bu söz, insan adının yalnızca alemlerin rabbi olan Allah'a karşı secde etmesi gerektiğini ilan etmektedir.
Tevhid, ölçülü şahsiyetleri yetişmesine yardımcı olur. Kişi tevhid ölçüsü sayesinde yaşayış şeklini ve yönünü tesbit ederek, bir tek hedefe yönelir. Artık o yalnızken de insanlar arasındayken de bir tek ilaha yönelir. Darlıkta da genişlikte de hep ona dua eder. Küçük büyük bütün işlerinde yalnızca onun rızasını gözetir.
Buna karşın müşriğin kalbi birçok ilah için bölünür. Hayatı pek çok mabudun isteği doğrultusunda dağılır. O bazen Allah'a, bazen şu puta bazen öteki puta yönelir. Kur'an-ı Kerim bu gerçeği Hz. Yusuf'un diliyle şöyle ifade eder:
"Ey zindan arkadaşlarım! darmadağınık, birçok düzme tanrılar mı daha hayırlıdır, yoksa hepsine ve her şeye galip, kahhar olan Allah mı? (Yusuf Suresi, 39)
Tek bir efendiye hizmet eden mümin, onun hoşlandığı ve hoşlanmadığı şeyleri bilir ve bu doğrultuda hareket eder. Böylece onu razı ettiği gibi kendi de rahatlar. Birden fazla efendiye hizmet eden müşrik ise, bir efendinin emriyle doğuya, diğer efendinin emriyle batıya koşup durur. Birinin sağına, diğerinin soluna geçer. Onun inandığı tanrılar, birbirleriyle uzlaşmayan ortaklar gibidir. Onlara hizmet eden kişi, bu ortaklar arasında kararsızlık ve şaşkınlık içinde bocalayıp durur.
Tevhid, kişiye emniyet ve huzur verir. Şirk ehlini kaplayan korku, tevhid ehlinde yoktur. Zira tevhid, insanların kendileri için açtığı korku kanallarını tamamen kapatır. Rızık, can, evlad, yalnızlık, cin, ölüm, ölümden sonra dirilmek korkusu, bu korkulardan yalnızca bir kaçıdır.
Mümin ve muvahhid olanlar hiçbir şeyden korkmaz. Allah'tan başka hiçbir ilah tanımadığı için, insanlar korkarken o korkmaz, insanlar huzursuzken o huzur ve sükûn içindedir. Hz. İbrahim'in (as) tabileri ile müşriklerin durumunu karşılaştırmak sureti ile bu duruma işaret eden Kur'an, müşriklerin zayıf putlardan nasıl korktuklarını dile getirmektedir:
"Siz, hiçbir deliliniz olmadığı halde Allah'a ortak kılmaktan korkmazken, ben sizin ortak kıldığınız o varlıklardan nasıl korkarım?" (Enam Suresi, 81)
Sonra Kur'an, bu iki guruptan hangisinin emniyete daha layık olduğunu belirterek şöyle buyurur:
"Şimdi biliyorsanız söyleyin bu iki guruptan hangisi korkudan emin olmaya daha layıktır? Elbette ki, iman ederek imanlarını zulme bulaştırmayanlar, emin olma hakkına daha çok sahiptirler. Onlar, doğru yolu bulanların ta kendileridir." (Enam Suresi, 82)
Ayette geçen emniyet, kişinin kalbi ile ilgili olan emniyettir. Yoksa polis zoru ile sağlanan emniyet değildir. Müminler, dünyada emin oldukları gibi ahirette de emin olacaklardır. Zira onlar yalnızca Allah'ı tanırlar, hiçbir şeyi ona ortak kılmazlar.
Buhari’nin İbni Mesut’tan rivayet ettiği hadisi şerife göre "İman edip imanlarını zulme karıştırmayanlar" ayeti inince biz "Ey Allah'ın Resulü! Hangimiz nefsine zulmetmez?" diye sorduk. Allah resulü (sav) bize cevaben şöyle buyurdu:
"Siz Lokman (as)'ın oğluna söylediği nasihati duymadınız mı? O oğluna, "Ey oğulcuğum! Sakın Allah'a şirk koşma çünkü şirk büyük bir zulümdür." (Lokman Suresi, 13) Buna göre "İmanı zulme karıştırmamak: Dinde samimi olmak ve bütün şirk şaibelerinden uzak durmak anlamındadır.
Tevhid kişinin kendine güvenini sağlar. Zira Tevhid kişinin kalbini Allah'a ümit, güven, tevekkül ile doldurur. Kazasına rıza göstermesini belasına sabretmesini, yalnızca ondan istemesini sağlar. O dağ gibidir, hadiseler, musibetler onu hiçbir zaman sarsmaz.
Başına bir musibet geldiğinde, zorluklarla karşılaştığında zahiren sebeplere başvurur. Ancak Kalbi ile yaratana yönelir, ondan ister, ona yalvarır, ona dayanır.
Sıkıntısının kalkmasını, rahatlamasını ancak ondan umar. Elleri yalnızca kendisinden başka ilah olmayan, Allah için kalkar.
Allah Resulü İbni Abbas'a nasihat ederek şöyle buyuruyor:
"İstediğin zaman Allah'tan iste, yardıma ihtiyacın olunca ondan yardım dile."
Yüce Rabbimiz de Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır.
"Eğer Allah'tan size bir zarar dokunursa bilin ki bu zararı ancak Allah defedebilir. Sizin için hayır dilediğinde ise, onun hayrını hiç kimse engelleyemez. O, kullarından dilediğine iyilik ihsan eder. O bağışlayandır, rahimdir." (Yunus Suresi, 107)
Kavmi Hud'u (as) putların tuzağı ile korkuttuğunda Hud (as) onlara şöyle cevap vermiştir.
"Allah şahidim olsun ve siz de şahidim olun ki, ben sizin Allah'ı bırakıp da ona ortak tutmakta devam ettiğiniz şeylerden katiyen uzağım. Artık bana topyekûn istediğiniz tuzağı kurun, bana mühlette vermeyin." (Hud Suresi, 54-55)
Hz. Hud'un bu sözlerinde, kuvvetli bir mantık, kendine güven, kararlılık, sarsılmaz iman görülmektedir. Çünkü o, gücünü kendisine tevekkül ettiği Allah'tan almaktadır.
"Kim Allah'a tevekkül ederse, bilsin ki Allah Azizdir, Hakimdir." (Enfal Suresi, 49)
Tevhid: insan hürriyetinin, izzet ve şerefinin kaynağı, kardeşlik ve eşitliğin esasıdır. Eşitlik ancak tevhidle sağlanır, insanlardan bir kısmı diğerlerinin kulu olduğu müddetçe eşitlik sağlanamaz. Fakat bütün insanlar Allah'a kul olursa, işte o zaman gerçek eşitlik ve gerçek kardeşlik sağlanabilir. Bunun içindir ki, peygamberimizin (sav) meliklere gönderdiği bütün mektupların sonu şu ayeti kerime ile bitiyordu.
"De ki: Ey kitap ehli! Hepiniz, bizimle sizin aranızda eşit olan kelimeye gelin. "Allah'tan başkasına tapmayalım. Ona hiçbir şeyi eş tutmayalım. Allah’ı bırakıp, kimimiz kimimizi rab olarak tanımayalım." (Ali İmran Suresi, 64)
Peygamberimiz (sav) namazlarının sonunda şu güzel duaları yapardı.
Ey bizim ve her şeyin rabbi, gerçek sahibi olan Allah’ım! Ben şehadet ederim ki sen eşi ve benzeri olmayan bir tek ilahsın.
"Ey bizim ve her şeyin Rabbi, gerçek sahibi olan Allah’ım! Ben şehadet ederim ki Muhammed senin kulun ve resulündür".
"Ey bizim ve her şeyin Rabbi, gerçek sahibi olan Allah’ım! Ben şehadet ederim ki bütün kullar kardeştir."
Allah Resulünden rivayet edilen bu şehadetler birbiriyle bağlantılıdır. Şöyle ki;
Allah Resulü ilk önce, Allah'ın bir tek ilah olduğunu, Onun dışında ibadete layık hiçbir varlığın bulunmadığını bildirdi. Daha sonra bütün şüpheleri ortadan kaldırmak, kendisinin ilahlık veya ilahın oğulluğu gibi şeylerden uzak olduğunu belirtmek için ikinci şehadet kelimesini söyledi. Üçüncü olarak da "bütün kullar kardeştir". Buyurmak sureti ile insanların birbirinin kardeşi olduğunu ilan etti. Peygamberimiz bu şehadetleri ile Allah'ın İlah olduğunu, hükümdarlar dahil bütün insanların, ancak onun kulu olabileceklerini ortaya koyduktan sonra, üçüncü olarak, insanların eşit olduğunu, onlar arasında ırk, renk, gurup üstünlüğü olamayacağını, gerçek üstünlüğün yalnızca takvada olduğunu belirtmiştir. Nitekim Kuran'ı Kerim’de "Şüphesiz Allah katında en üstününüz Allah'tan en çok korkanınızdır." (Hucurat Suresi, 13) buyrularak gerçek üstünlüğün takvada olduğu açıkça ortaya konmuştur.