Medine Sözleşmesi

Bu esas, Resûlullah'ın, yeni devletin yasal değeri çevresinde kur-duğu şeylerin en önemlisidir. İbn Hişâm, Resûlullah (s.a.v.)'ın Me-dine'ye gelişinden kısa bir süre sonra, Araplardan Medine halkının tümünün İslâm'ı kabul ederek onun etrafında toplandıklarını; Evs kabilesinden birkaç kişinin dışında, Ensârın evlerinden halkı Müslüman olmayan hiçbir evin kalmadığını rivayet ediyor. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.), Ensâr ile Muhacirler arasında bir belge yazdırdı. O belgede Yahudilerle sulh ve muahede yaptı. Yahudilere mal ve din hürriyeti tanıdı. Onlara birtakım şartlar koştuğu gibi, onların da birtakım şartlarını tanıdı.

İbn İshâk bu belgeyi senetsiz olarak rivayet etmiştir. Aynı belgeyi İbn Hayseme şu senetle rivayet etmiştir: Bize Ahmed bin Cennâb, Ebû'l-Velid, ona da İsâ bin Yûnus, ona da Kesir bin Abdillâh bin Amr el-Müzenî, ona da babası, babasına da dedesi bahsetti ki; Resûlullah (s.a.v.), Ensâr ile Muhacirler arasında bir belge yazdırdı. İbn Hayseme, İbn İshâk'ın zikrettiği metnin benzerini kaydetmiştir (Bkz. İbn Seyyidinnas, Uyunu'l-Eser: 1/198). İmam Ahmed de Müsned'inde bu belgeyi şu senetle rivayet etmiştir. Süreye dedi ki, bize Abbâd rivayet etti. O da Haccâc'dan, o da Amr bin Şuayb'dan, o da babasından, o da ceddinden Resûl-i Ekrem Ensâr ile Muhacirler arasında bir belge yazdırdı, diye rivayet etti ( İmam Ahmed, el-Müsned: 21/10).

Biz burada bu belgenin tüm metnini uzun olduğu için nakledemeyeceğiz. Fakat biz, Medine'de doğan, İslâm Devleti ve toplu-munun yasal değeri üzerinde duracağımız için; Aleyhissalâtü Ves-selâm'ın belgesinde yer alan önemli maddelerini zikretmekle yetineceğiz. Bu maddeler, bizzat belgenin metnindeki sıralanışına göre tertip edilmiştir.

1- Madde: Kureyşli ve Yesrib'li Müslümanlarla, onlara bağlanmış ve katılmış olanlar, onlarla birlikte savaşanlar; diğer insanlardan ayrı bir ümmet ve topluluktur.

2- Madde: Bu Müslümanların hepsi çeşitli kabilelerden olmalarına rağmen, yine de kan diyetlerini kendi aralarında, geleneğe göre ortaklaşa ödeyecekleri gibi; esirlerin kurtarılması için ödenen diyetleri de mü'minler arasında bilinen âdil esaslar dairesinde, ortaklaşa ödeyeceklerdir.

3- Madde: Mü'minler, borçlu ve çoluk çocuğu çok olanları kendi hallerinde bırakmayacak, onların kurtulmalık paralarını (fidyelerini) veya kan bedellerini, aralarında mâruf esaslar dairesinde ödeyeceklerdir.

4- Madde: Muttaki mü'minler, kendi aralarından azgınlık eden veya zulüm ve haksızlık yapmak isteyen ya da günah işleyen ve düşmanlık eden, veyahut da mü'minler arasında kargaşalık çıkaran kimseye karşı cephe alacaklar ve o kişi onlardan birinin evlâdı da olsa, hepsinin elleri onun aleyhine kalkacaktır.

5- Madde: Hiçbir mü'min bir kâfir için bir mü'mini öldüremez ve bir mü'mine karşı hiçbir kâfire yardım edemez.

6- Madde: Allah'ın himaye ve teminatı (mü'minlerden her ferd için) birdir, onların en hakir görülenlerine bile şâmildir. Çünkü, mü'minler diğer insanlardan ayrı olarak birbirlerini «Mevlâsı-Kardeşi» durumundadırlar.

7- Madde: Bu sahife (belge )dekileri kabul eden Allah ve âhiret gününe inanan bir mü'minin, ortaya kötü bir olay (öldürme) çıkaran kimseye yardım etmesi veya onu barındırması helâl değildir, öyle bir kişiye yardım eden veya onu barındıran kimse, kıyamet günü, Allah'ın lanet ve gazabına uğrayacak; onun tevbesi de, fidyesi de kabul olunmayacaktır.

8- Madde: Yahudiler (mü'minler gibi) savaş devam ettiği sürece, kendi savaş masraflarını karşılamak mecburiyetindedirler.

9- Madde: Avf oğulları Yahudileri, mü'minlerle birlikte bir topluluk teşkil edecekler. Yahudiler kendi dinlerinde, Müslümanlar da kendi dinlerinde kalacaklardır. Şu kadar ki; bunlardan zulüm veya kötülük işleyen bir kişi, ancak kendini ve ev halkını tehlikeye sokmuş olacaktır.

10- Madde: Savaş halinde, Yahudilerin masrafları kendilerine, Müslümanların masrafları da kendilerine âit olacaktır. Şüphesiz ki bu belge sahiplerine harp açanlara karşı onlar kendi aralarında yardımlaşacaklardır.

11- Madde : Bu belge sahipleri arasında herhangi bir olay veya anlaşmazlık çıkar ve bunun onların aralarını bozmasından korkulursa; bu anlaşmazlık veya olay hemen, şanı Yüce Allah'a ve Allah'ın Resulü (Muhammed) (s.a.v.)'e arz ve havale edilecektir.

12- Madde: Medine'den çıkan da emniyette, oturan da emniyette bulunacaktır. Bir zulüm veya suç işleyen kimse bundan müstesnadır.

13- Madde: Muhakkak ki, Allah bu belgelilere en doğru ve en iyi şekilde riayet edilmekten hoşlanır. Şüphesiz ki, Allah'ın himayesi iyilik yapan ve kötülüklerden sakınanlar içindir.

İbretler Ve Öğütler

Bu belge İslâm toplumu için çeşitli düzenleyici hükümlerle ilgili önemli işaretleri taşımaktadır. Onları aşağıya şöyle özetliyoruz:

1- Bu belgeye, çağdaş terimler arasında «Anayasa» kelimesini ad olarak vermek en uygun olanıdır. Zaten o, Anayasa ilânı mesabesinde olduğuna göre, şüphesiz ki o çağdaş herhangi bir anayasanın ihtiva edebildiği hususlar (diğer bir deyimle devletin içte ve dıştaki düzeni) için belirleyici, külli sınırlar koymakla bu özelliklerin tümünü kapsamaktadır. Yâni bu anayasa, devletin kendi vatandaşları arasındaki münâsebetleri tespit ettiği gibi, devletin diğer devletlerle olan münâsebetlerini de belirlemektedir.

Resûlullah (s.a.v.)'ın, Allah'tan gelen vahiyle koyduğu ve ashabına yazdırdığı, sonra da Müslümanlarla komşuları olan Yahudiler arasında ittifakla kabul edilmiş olan - temel prensip şeklinde - ortaya koyduğu bu anayasa; İslam toplumunun, ta doğuşundan beri tam bir anayasal temel üzerine dayandığına, İslâm Devleti'nin ilk doğuşundan itibaren bir devletin muhtaç olduğu idarî ve anayasal dayanaklardan en mükemmeli üzerine kurulmuş olduğuna dair delil olarak yeter.

Bu, idari ve anayasal dayanakların toplumda, İslami şeriat hü-kümlerinin uygulanması için gerekli temel esas olduğu gayet açıktır. Çünkü o kendi bütünlüğü içinde, ancak İslâm ümmetinin birliği fikrine ve onunla alâkalı diğer düzenleyici maddeler üzerine dayanır. İlk olarak Resûlullah (s.a.v.)'ın ortaya koyduğu bu anayasal düzenleme, kaim olmadığı sürece, İslâmi hükümlerin (ki aynı zamanda bu anayasa da ahkâm-ı şer'iyyenin bir parçasıdır) üzerinde sabitleşeceği bir zemini bulmamız mümkün olmaz.

Apaçık hakikatlere karşı, basiretlerini ve gözlerini kapayan kişilerin dâvaları işte buradan suya düşüyor. Sonra o kişiler, İslâm’ın insanla Rabbi arasında bulunan şeyleri düzenleyen bir dinden başka bir şey olmadığını; İslâm'ın devlet ve anayasal düzenleme ile ilgili bir dayanağının bulunmadığını iddia ediyorlar. Aslında bu eski bir oyundur. İslâm'a fikri saldırıda bulunan ve sömürgecilik taraftarı olanlar, bu eski oyunda çözülemez şekilde İslâm'ı sınırlandırmayı amaçlıyorlar ki İslâm'ın fonksiyonu kendi toplumu dışında o sapık düzenlere müdahale edecek bir durum almasın. Bunu sağlamak ise İslâm'ın devleti olmayan din olduğu; kanun ve şer'i hüküm koyamayıp, yalnızca ibâdetleri düzenlediğini benimsetmekten geçer. Hatta İslâm hakikatte din ve devlet olsa bile bunun değişmesi ve buna elvermez kılınması gerekir. Bu anlayışa göre; yalan da olsa bunu yaymak gerek.

Şu kadar var ki bu tuzak, İslâm'a fikri saldırıda bulunanların kötü şansı olarak çabucak parçalandı. Artık bunlardan bahsetmek lüzumsuz söz, kin ve düşmanlıkların ortaya saçılması demek olur.

Fakat ne olursa olsun, yine de bu önemli maddeleri tahlil ederken, şunu söylememiz gerekir ki; bizzat İslâm toplumunun doğuşu, devletin mükemmel bir plânı çerçevesinde olmuştu. İslâm'ın teşriatı, her yönü ve her maddesiyle uygunluk arz eden sosyal düzenleme ölçüleri halinde inmişti. Bu belge de buna en büyük şahittir.

Teşriî hükümlerin bir kısım bölüm ve cüzlerden ibaret olması hasebiyle; tek başına basite alınabilirse de, bir kısım diğerleriyle bütünleşince, onlardan büyük bir yönetimin ve anayasal yapının mütekâmil bir tanzimi oluşur.

2- Gerçekten bu belge, Resûlullah (s.a.v.)'ın Yahudilere karşı muamelesindeki dillere destan adaletine işaret ediyor. Yahudinin tabiatındaki hile, zulüm ve entrika kendisine baskın çıkmamış olsaydı, Müslümanlarla Yahudiler arasındaki bu âdil anlaşmanın meyvesini vermesi imkân dahilinde idi. Ama bu anlaşmanın üzerinden kısa bir süre geçmişti ki, Yahudiler kabullendikleri bu belgedeki maddelerin kapsadığı bir kısım şeylerden sıkılmaya başladılar. Bunun üzerine de, inşâallah ileride yeri gelince genişçe açıklamasını yapacağımız, çeşitli hıyanet ve haksızlıklarla Resûlullah’ın ve Müslümanların aleyhine çalışmaya koyuldular. Böyle olunca da Müslümanlar, tek taraflı kabul ettikleri bu anlaşmayı feshettiler.

3- Bu belge aşağıda açıklayacağımız şekilde, İslâm şeriatındaki önemli hükümlere işaret etmektedir:

a- Bu belgenin birinci maddesi, Müslümanların birliğini sağlayan yegâne unsur İslâm olduğuna ve onlardan tek bir millet meydana getiren şeyin yalnızca İslâm olduğuna; ayrıca Müslümanların arasındaki ayırıcı özelliklerin ve farklılıkların, bu kapsamlı birlik çerçevesinde eriyip yok olduğuna işaret etmektedir. Bu husus, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in şu sözünden gayet açık bir şekilde anlaşılıyor: «Kureyşli ve Yesrib (Medine)li Müslümanlarla onlara bağlanmış ve katılmış olanlar, onlarla birlikte savaşanlar, diğer insanlara nazaran ayrı bir ümmet ve topluluktur.» Sağlam ve birbiriyle kaynaşmış bir İslâmi topluluğu kurmak için gerekli olan ilk esas budur.

b- İkinci ve üçüncü maddeler; Müslümanların kendi aralarında dayanışması ve birbirine arka çıkmasının gerektiğini en açık şekliyle ortaya koyuyor. Bunun da İslâm toplumunun en önemli niteliklerinden olduğuna işaret ediyor. Buna göre Müslümanların hepsi dünya ve âhiret işlerinde birbirinden sorumludurlar. Hakikaten, İslâm şeriatının hükümlerinin tümü bu sorumluluk esasına dayanır ve Müslümanlar arasındaki yardımlaşma ile birbirinin işini yüklenme prensibi için, uygulama yollarını belirler.

c- Altıncı madde; Müslümanlar arasındaki eşitlik prensibinin, propaganda ve reklâm aracı olması yönünden değil de; İslâm toplumu için gerekli olan önemli şer'î rükünlerden bir rükün olduğuna ve onun en güzel ve en ince bir şekilde tatbik edilmesi gerektiğine işaret ediyor. Müslümanların arasındaki bu eşitliğin sağlanması için, Resûlullah’ın şu maddede kararlaştırdığı hükmü ortaya çıkarmak yeter. Bu maddede Resûlullah (s.a.v.): «Allah'ın himaye ve teminatı (mü'minlerden her ferd için) birdir, onların en hakir görülenlerine bile şâmildir» demektedir. Diğer bir deyimle, Müslümanın himaye ve teminatı hakkı, nerde olursa olsun saklıdır ve saygıdeğerdir. Müslümanın bir kimseyi himayesi altına alması da yine mahfuzdur. Bu konuda onun himayesinin çiğnenmesi gerekmez. Müslümanlardan kim bir kişiyi himayesine almışsa, bu himayeyi başkasının, hâkim veya mahkûm olarak hiçe sayması mümkün değildir. Bu konuda Müslüman kadın mutlak olarak erkekten ayrı tutulamaz. Nerde olursa olsun, Müslüman kadının, başka birini himayesi altına alması da saygıya değerdir. Rütbesi ve mevkisi ne olursa olsun, hiçbir insanın bu himayeyi hiçe saymaya gücü yetmez. Bu husus mezhep imamlarının ve tüm âlimlerin icmâsıyla sabittir.

Buhâri ve Müslim ve diğerleri Ebû Tâlib'in kızı Ümmü Hâni'nin fetih yılı Resûlullah'a gelip şöyle dediğini rivayet ederler: «Ey Alah'ın Elçisi! Anamın oğlu (Hz. Ali'yi kasdediyor), benim ahd ve emân verdiğim falânı, İbn Hübeyre'yi katledeceğini söylüyor. Resûlullah (s.a.v.) de «Yâ Ümmü Hâni, senin ahd ve emân verdine biz de ahd ve emân verdik» buyurdu.

Bu husus iyice düşünüldüğü vakit, kadının İslam himayesinde ve gölgesinde kavuştuğu üstünlüğü, diğer medeniyetlerde, eşine rastlanmayan bir şekilde, erkeğin kavuştuğu gibi sosyal ve insanî hakların tümüne nasıl kavuştuğu iyice anlaşılır.

Ancak İslâm şeriatının koyduğu bu eşsiz insanî eşitlik ile bugünkü çağdaş medeniyet âşıklarının çığırtkanlığını yaptıkları; taklitçilik ve gösteriş arasındaki farkı bilmek de önemlidir.

Asıl insanlık fıtratına dayanan, şu dakika eşitlik ilkesinden, erkek ve kadın olarak tüm beşeriyetin mutluluğu hedef alınır. Şu hayvani iştihaların arkasından da başka bir şeye bakılmaksızın mümkün olan en geniş bir çerçeve dahilinde kadının erkek için bir refah ve teselli kaynağı olması maksadı güdülür.

d- On birinci maddede bize, Müslümanların çeşitli işlerinde anlaşmazlıklarında, başvurmaları gerekenin, «âdil bir hakem olan Allah'ın şeriatı ve onun hükmü olduğuna işaret etmektedir. Allah’ın hükmü ve şeriatı ise Kur'an'ın ve sünnetin ihtiva ettiği şeylerdir. Müslümanlar, çeşitli problemlerine bu kaynağın dışında çözüm aralarsa, günaha girmiş olurlar. Bu dünyada kendilerini sıkıntıya soktukları gibi âhirette de Allah Teâlâ'nın azabına müstehak olurlar.

Resûlullah'ın Medine'de İslâm devletini, temeli üzerine kurduğu bu belge, şu yukarıda açıklanan dört hükmü (Birlik, Yardımlaşma, Eşitlik ve Adalet) ihtiva ediyor. Resûlullah (s.a.v.) bu belgeyi Müslümanların yeni toplumlarında takip etmeleri için bir program olarak tespit etti. Birazcık düşününce ve dikkatlice bakınca, o vesikada, açık bir şekilde diğer önemli hükümler de sezilebilmektedir.

Bu belge tatbik edildiği, içinde bulunanlara uyulduğu ve ona sımsıkı bağlanıldığı için, bu devlet en kuvvetli ve en sağlam temeller üzerine kurulmuş oldu. Sonra bu devlet, en sağlam ve sarsılmaz bir şekilde dünyanın şarkına ve garbına yayıldı ve beşeriyetin tanıdığı medeniyet ve uygarlığın en güzelini insanoğluna sundu.