Yevmu'r-Raci ve Biri Maune
a- Racî' Olayı (Hicretin Üçüncü Yılı)
Udal ve Kare kabilelerinden bir hey'et Resûlullah'ın yanına gelerek; İslâm haberinin kendilerine ulaştığını ve bu dinin hükümlerini kendilerine öğretecek muallimlere ihtiyaçları olduğunu söylediler. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.), ashabından bir grubu gönderdi. Onların arasında, Mersed bin Ebî Mersed, Halid bin Bükeyr, Âsim bin Sabit, Hubeyb bin Adiyy, Zeyd bin Dessine ve Abdullah bin Tarık bulunmaktaydı. Resûlullah, Âsim bin Sâbit'i onlara başkan ta'yin etti.
Buhâri, senediyle Ebû Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet ediyor: Ashâb-ı Kirâm'dan olan bu davetçi grup, Usfan ile Mekke arasında bir yere kadar yürüdüler. Onların bu mevkiye geldikleri haberi, Hüzeyl kabilesinden Lihyân oğulları denilen bir oymağa bildirildi. Lihyân oğullarından yüze yakın bir okçu grubu da hemen onların peşine düşüp izlerini sürerek, İslâm davetçilerinin daha önce konakladıkları yere geldiler. Orada İslâm davetçilerinin Medine'den azık olarak yanlarına aldıkları hurmaların çekirdeklerini gördüler. Kendi aralarında hemen: «İşte Medine hurmasının çekirdekleri» dediler. Bunun üzerine İslâm davetçilerinin izlerini sürerek gelip onlara ulaştılar. Onlar Âsım'ın ve arkadaşlarının yanına varınca; Âsim ve arkadaşları da dağın tepesine sığındılar. Lihyân oğulları okçuları gelip onların etrafını kuşattılar ve onlara: «Eğer yanımıza inerseniz hiçbirinizi öldürmeyeceğimize dair kesin söz veriyoruz» diye bağırdılar. İslâm davetçilerinin başkanı Âsim bin Sabit: «Ben bir kâfirin zimmetine güvenip de asla aşağı inmem. Allah'ım! Peygamberini durumumuzdan haberdar et!» diye dua etti. Bunun üzerine savaşmaya başladılar. Sonunda Âsim bin Sabit de aralarında olmak üzere yedi kişiyi ok atarak şehit ettiler. Geriye Hubeyb bin Adiyy, Zeyd bin Dessine ve diğer bir başka kişi kaldı. Onlara da öldürmeyeceklerine dair kesin söz verdiler. Bu söz üzerine onlar da dağdan inerek gelip teslim oldular. Lihyân oğulları onları yakalayınca; kendi yaylarının kirişlerini çözüp, onlarla üçünü de bağladılar. Bunun üzerine üçüncü adam: «İşte ahde vefasızlığın, verilen sözü tutmamanın bir başlangıcı bu!» diyerek gitmemek için diretti. Onlara karşı koyması üzerine onlar da onun saçlarından yakalayıp sürüklediler. O bunlara karşı koyunca hemen şehit ettiler.
Lihyân oğulları azgınları, Hubeyb ve Zeyd'i Mekke'ye götürüp sattılar. Hubeyb'i, Hâris'in oğulları satın aldı. Çünkü Hubeyb, Bedir savaşında Hâris'i öldüren kişiydi. Hubeyb onların yanında toplanıp kendisini öldürecekleri güne kadar esir olarak kaldı. Öldürülmesine karar verdikleri vakit, Hubeyb, Hâris'in kızlarından tıraş olmak üzere bir ustura istedi. Olayın bundan sonrasını, ustura istediği kadın şöyle anlatır: «Ben dikkatsizce davranarak çocuğa usturayı verip onun yanına gönderdim. Çocuk onun yanına girip usturayı verdi.
O da çocuğu alıp dizine oturttu. Ben bu durumu görünce feryat ettim. Elinde ustura olduğu halde benim bu feryadımı anlayınca: «Çocuğu öldüreceğimden mi korkuyorsun? İnşallah ben öyle bir şeyi asla yapmam» dedi. Yine aynı kadın anlatıyor: «Ben, Hubeyb'den daha hayırlı bir esir görmedim. O zaman, Mekke'de üzüm bulunmadığı ve kendisi de zincirle bağlı olduğu halde onun üzüm salkımından üzüm yediğini gördüm. Herhalde, bunu ona rızık olarak Allah veriyordu.»
Müşrikler Hubeyb'i öldürmek için, Harem'den dışarı çıkardılar. Hubeyb de: «Beni bırakınız da iki rek'at namaz kılayım» dedi. Namazını bitirdikten sonra yanlarına gelip: «Eğer namazı ölümden korkarak uzattığımı zannetmeyecek olsaydınız, namazı uzatır ve çoğaltırdım» dedi. Böylece öldürüleceği sırada iki rek'at namaz kılmayı ilk önce âdet ve sünnet edinen kişi Hubeyb bin Adiyy olmuştu. Hubeyb idam sehpasında şu şiiri söyledi:
«Müslüman olarak öldürülecek olunca,
Vurulup hangi yanım üzere düşersem düşeyim.
Vallahi aldırmam artık hiçbir şeye,
Çünkü bunların hepsi o İlâhî Zât'ın uğrunadır.
Şu dağılıp târümâr olan cismimi,
Eğer dilerse O, kurtuluşa erdirir.»
Ukbe bin Haris kalkıp, Hubeyb'in yanına gitti ve onu şehit etti.
Kureyş müşrikleri, Âsım’ın cesedinden bir parça kesip getirmek için onu tanıyan adamlar gönderdiler. Çünkü Âsim, Bedir'de Kureyş'in ileri gelenlerinden bazılarını öldürmüştü. Yüce Allah da onun cesedinin üzerine bulut karaltısını andıran arı sürüsü gönderdi. Bu arı sürüsü onu, Kureyş'in adamlarından korudu. Onlar onun cesedinden hiçbir şey alamadılar (Sahih-i Buhâri: 5/41).
Taberî fazla olarak şu olayı naklediyor: Taberi Ebi Küreyb'den, o da Ca'fer bin Avn'dan, o da İbrahim bin İsmail'den, o da Ca'fer bin Amr bin Ümeyye'den, o da babasından, babası da dedesinden şöyle dediğini rivayet eder: Resûlullah (s.a.v.) beni tek başıma Kureyş'e gözcü olarak göndermişti. Ben de beni görmelerinden korkarak, Hubeyb'in asıldığı ağacın yanına geldim. Ağaca çıkıp Hubeyb'i çözdüm, o da yere düştü. Birazcık geri çekildim. Sonra tekrar yanına geldim. Hubeyb'in cesedini göremedim. Sanki onu yer yutmuştu. Bu âna kadar Hubeyb'in iskeleti hiç görülmedi.
İbn İshâk anlatıyor:
Zeyd bin Dessine'yi de Safvân bin Ümeyye satın almıştı, öldürmek için onu Harem'den dışarı çıkardıkları vakit, Ebû Süfyân ona şöyle sordu: «Ey Zeyd! Allah aşkına doğru söyle! Şimdi yanımızda, senin yerine Muhammed'in boynunu vurmamızı, senin ise ailenin içinde sağ salim yaşamayı arzu etmez miydin?» O da: «Vallahi, ben ailem içinde sağ salim oturup da Muhammed Aleyhisselâm'ın değil benim yerimde olmasına, hatta onun bulunduğu yerde bile bir dikenin batıp incitmesine gönlüm asla razı olmaz» diye cevap verdi. Bu söz üzerine Ebû Süfyan: «Ben insanlardan, Muhammed'in ashabının Muhammed'i sevdiği gibi hiçbir insanın bir başkasını sevdiğini görmedim» (İbn Hişâm, es-Sire: 2/172) dedi.
b- Bi'r-i Maûne Olayı: (Hicri Dördüncü Yılı)
Resûlullah (s.a.v.)'ın yanına, Medine'ye «Mülâibü'l-Esinne» la-kabıyla meşhur Âmir bin Mâlik gelmişti. Resûlullah ona Müslüman olmasını teklif etti. Fakat o ne Müslüman oldu ne de Müslümanlıktan uzak kaldı. Aksine Resûlullah'a: «Yâ Muhammed! Eğer ashabından seçkin kişileri, Necid ahalisine gönderecek olursan, onlar senin tebliğ ettiğin dine çağrıda bulunurlarsa; umarım ki onlar sana tâbi olurlar» dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.) de: «Göndereceğim kişiler hakkında Necid halkından korkarım» buyurdu. Âmir bin Mâlik de «Sakın korkun olmasın. Onları benim himayemde gönder de halkı İslâmiyet'e davet etsinler» dedi.
Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.), Sahâbe-i Kiram'dan seçkin yetmiş kişiyi davetçi olarak gönderdi. Bu olay İbn İshâk ve İbn Kesîr'in rivayetine göre, Uhud savaşından on dört ay sonra, Safer ayında olmuştu. İslâm davetçileri Maûne kuyusunun bulunduğu yere konaklayıncaya kadar yürüdüler. Orada konaklayınca içlerinden, Haram bin Milhân'ı Resûlullah'ın mektubuyla birlikte, Âmir bin Tufeyl'e elçi olarak gönderdiler. Haram bin Milhân, Âmir bin Tufeyl'in yanına gelince; Âmir mektubu açıp okumadan, hemen Haram bin Milhân'ın üzerine çullanarak onu şehit etti. Buhâri, Enes bin Mâlik’ten şöyle rivayet eder: «Haram bin Milhân mızrakla delik deşik edilip yüzünden aşağı kan akınca: «Kabe'nin Rabbine and olsun ki kazandım gitti» (Buhâri: 5/43) diye bağırdı.
Amir bin Tufeyl, geri kalan İslâm davetçilerinin işini bitirmek için Âmir oğullarından yardım istedi. Onlar da onun bu teklifini kabul etmeyip, «Biz, hiçbir zaman Ebû Berrâ'nın, Âmir bin Mâlikin taahhüdünü bozamayız» diyerek direttiler. Bu sefer Amir bin Tufeyl, Süleym oğullarından Usayye, Ri'i ve Zekvan kabilelerinden yardım istedi. Onlar da bu teklifi kabul ettiler. Hemen harekete geçip, İslâm davetçilerini konak yerlerinde kuşattılar. İslâm davetçileri etraflarının sarıldığını görünce; kılıçlarına sarılıp, savaşmaya başladılar. İslâm davetçileri, düşmanları tarafından kılıçtan geçirilerek şehit edildiler.
İslâm davetçilerinin develerini güden iki kişi vardı ki onlar bu üzücü olayda bulunmamışlardı. O iki kişiden biri de Amr bin Umeyye ed-Damrî idi. O daha sonra bu haberi öğrendi. Arkadaşlarını savunmak için geldiler. Amr bin Umeyye ed-Damri'nin arkadaşı da onlarla birlikte şehit edildi. Kendisi canını kurtarıp Medine'ye döndü. Yolda müşriklerden iki kişiye rastladı. Onları, Âmir oğullarından zannederek ikisini de öldürdü. Sonra Resûlullah'ın yanına gelip bu durumu haber verince, o iki kişinin Kilâb oğullarından olduğu ve Resûlullah'ın onlara dokunulmazlık belgesi verdiği anlaşıldı. Hz. Peygamber (s.a.v.), Amr'a: «Demek ki iki kişiyi öldürdün ha, ben onların diyetini öderim» buyurdu.
Resûlullah (s.a.v.), ashabından bu seçkin davetçilerin şehit edilmesi olayına son derece üzüldü. Bir ay süresince sabah namazında Süleym kabilelerinden Ri'l, Zekvan, Benî Lihyân ve Usayye oymaklarına beddua etmeye devam etti (Bkz. İbn Hişâm, es-Sire: 2/173).