İbretler Ve Öğütler
1- Hacda müşrik âdetleri :
Geçen bahislerde görüldü ki, Kabe ziyaretini Araplar, İbrahim aleyhisselâmdan miras olarak aldılar. Yâni Hanif dininin kalıntılarındandı. Ne var ki; şirk unsurları da katılmış, hatta şirk daha ağır basıyordu.
Müşrikler Müslümanlarla birlikte hacca gelir ve onları yanıltmak için şöyle bağırırlardı: «Senin ortağın yoktur, ancak sensin ortak. Sen ona sahipsin, hem de onun sahip olduğuna.»
Onlardan bazısı, çırılçıplak tavaf ederler, bunu da Kabe'ye ta'zim sayarlardı. Birisi şöyle derdi: «Dünyadan zulüm bulaşmış hiçbir şey üzerimde olmadan, anamdan doğduğum gibi tavaf ettim» (Bak: Uyünü'l-Eser, İbn Seyyidinnâs: 2/231).
Bu rezaletler ta Hicrî dokuzuncu yıla kadar devam etti. Hz. Ebû Bekir haccedip, Hz. Ali ile onları uyarınca, Mescid-i Haram'ın bunlardan arınması ilân edilmiş ve bir daha tekerrür etmemiştir.
2- Harb ilanı ile anlaşmanın feshi:
Muhammed İbn İshâk ve bazılarına göre, müşrikler iki sınıftı, bir kısmı ile Resûlullah arasında dört aydan kısa bir anlaşma vardı, onlar dört aya iblâğ edildi. Fazla olanlar ise bu ilân ile dört aya indirildi. (Çünkü bunların anlaşmaları süresiz ve sınırsızdı). Kur'ân-ı Kerim Berâe sûresinde bunu dört aya indirdi. Sonra, onlarla Müslümanlar arasında harb olacak. Müslüman olmazlarsa, nerde bulunurlarsa öldürüleceklerdi.
Bu mühlet de Arefe gününden itibaren başlıyor ve Rebiülâhir'in onunda bitiyordu.
Denildi ki, - Küleybî'nin görüşü bu - bu dört aylık müddet, Resûlullah ile aralarında dört aydan az anlaşması olanlara idi.
Fazla olanlar ise, önce belirtilen zamana kadar sürecekti. Bu da -anlaşmanız olan müşriklere gelince, ahdi bozmazlarsa onlara tanıdığınız müddeti tamamlayın. Çünkü Allah müttefikleri sever» kavl-i keriminde vardır.
Birinci görüş daha doğru ve yerindedir. Çünkü, Berâe sûresi, Küleybi'nin görüşüne destek olmuyor. Fakat ResûluIIah'ın, müşriklerle olan anlaşmasını te'kid ediyor, yeni bir şey getirip, değişiklik yapmıyor. Yoksa, Hz. Ali'nin bu sûreyi özel olarak gidip müşriklere ilân etmesinin bir anlamı olmazdı. Resûlullah'ın gönderişi ne anlam taşırdı?
3- Cihadın gerçek anlamına başka bir işaret:
Bu dikkat çekmeden anlayacağım; cihadın - müsteşriklerin onca arzusuna rağmen- İslâmi anlamının, savunma harbi olmadığıdır.
Şimdi, Cenabı Hakkın kavlinde, Necid kavmi gibi bazı müşrik azınlıkların Mekke çevresindekilerinin nasıl uyarıldığını görelim:
«Allah'tan, ahitleştiğin müşriklere bir berâettir. Dört ay daha dünyada serbestsiniz. Ama Allah'ı âciz bırakamayacağınızı ve Allah’ın, inkarcıları ezeceğini unutmayın.»
Yine Allah ve Resulünden bir duyuru da şu, «(Hacc-ı Ekber gününde) Allah da, Resulü de müşriklerden beridir. Tevbe ederseniz sizin için daha hayırlıdır. Ama imtina ederseniz, o zaman da iyi bilin ki; Allah acizliği kabul etmez, inkarcılara ise elim azabı müjdeleyin.
Sizin ahitleştiğinizde kusur etmeyen müşriklere gelince, onlar size karşı çıkmadığına göre, onlara verdiğiniz müddeti tamamlayın ve bilin ki, Allah müttefikleri sever.
Haram aylarını atlatınca ise, müşrikleri nerde bulursanız öldürün. Onları yakalayın, takip edin, kuşatın ve pusular kurun. Tevbe eder, namazı kılar, zekâtı verirlerse, yollarını serbest bırakın ki, Allah Gafur ve Rahîm'dir».
Bu âyetlerde söylenen apaçıktır. Artık İslâmî cihadın asıl anlamına dair, savunma harbine yorulacak zihne takılan hiçbir şey kalmaz.
Bilinen bir şey ki; Berâe sûresi, Kur'ân-ı Kerîm'in son nazil olan sûrelerinden olup, birçok âyeti cihatla ilgili ve hepsini karara bağlayıcı niteliktedir. Aynı zamanda, daha önce savunma harbini bildiren cihat âyetlerinden; meselâ:
«Kendilerine zulmedilenlere, savaş için izin verildi. Allah onları zafere ulaştırmaya kadirdir» meâlli âyetlerle bu âyetler arasında bir nesh olayına çağrışım yaptıracak bir durum ise hiç göremiyoruz. Çünkü, cihat aslında, hücum veya savunma esasına göre meşru kılınmadı. Sadece, i'lâ-yı kelimetullah için, İslâm toplumunu oluşturmak ve yeryüzüne ilâhî devleti hâkim kılmak için meşru kılındı. Artık bu hedefe hangi usul ve vasıta ile ulaşılırsa, ona uymak zaruri olur. Bu vesile bazen, bazı şartlardan ötürü, barış yoluyla, öğüt - nasihat ve eğitim şeklinde sürer. O zaman cihat sadece böyle anlaşılır. Başka şartlar doğar, yine irşad, nasihat ve tevcih yanında; savunma harbi de yapılabilir. O zaman da bu tür cihat meşru olmuş olur.
Ama öyle şartlar doğar ki; saldırı şeklinde cihadı gerektirir.
O zaman da en güzel cihat odur. Demek olur ki; şartlar cihadın şeklini ta'yin ve sınırını tahdit etmektedir. Tespit işi (yâni şartları ve gereklerini ta'yin işi) ise, günün uyanık ve ihlâs sahibi devlet başkanının basiretine bağlıdır.
Bununla şunu ifâde etmek isteriz: Her üç türlü sebep ve tarz cihadın tahakkuku için meşrudur. Ancak geleceği kestiren muhlis devlet başkanı (veya lider) in tespiti önemli. Uygulama değişebilir fakat bir durumun neshi söz konusu olamaz.
Hz Ebû Bekir'in haccına gelince: Bu, Müslümanları eğitmek ve Haccın gereklerini kavratmak içindi. İşte bundan sonra da asıl İslâmi Hacc, yâni Veda Haccı olacak. O'nun Emîri ise Muhammed (s.a.v.) olacaktı.