Hz. Osman (r.a.)'ın Hilâfeti

Osman'ın hilâfetinin ilk yılında, yani Hicrî 24'de Rey yeniden fethedildi. Çünkü bir ara elden çıkmıştı. Bu yıl bir salgın hastalık vardı. Hz. Osman da hastalandı ve Hacca gidemediği için yerine birini Hacc emîri yaptı.

Yine aynı yılda Hz. Osman, Kûfe'ye Sa'd bin Ebi Vakkas'ı tâyin edip, Muğire bin Şûbe'yi azletti.

Yirmi beşinci sene ise tekrar Sa'd'ı azledip yerine Velid İbn-i Ukbe bin Muayt'ı tâyin etti. Bu zat sahabi ve Osman'ın ana bir kardeşiydi. Bu da onun ilk tenkidine sebeptir: Akrabasını etkili yerlere getiriyor» şeklindeki ithamlara başlangıçtır.

Yirmi altıncı sene, Hz. Osman Mescid-i Haram'ı genişletti. Ar-kadaşlarından arsa satın alıp Mescide ekledi.

Yirmi yedinci sene, Muâviye Kıbrıs seferini yaptı. Gemilerle çıkarma yaptı. Ubade bin Sâmit ve karısı Ümmi Harem binti Melhân El-Ensâri de vardı. Atından düşüp şehit oldu ve oraya gömüldü. Sağlığında Resûlullah (s.a.v.) bu savaşı müjdelemiş, onu da teşvik etmişti.

Aynı yıl Osman, Amr bin Âs'ı azledip, onun yerine Mısır valisi olarak Abdullah bin Sa'd bin Ebi Serh'i tâyin etti. O da Afrika seferine devam edip çok yerler aldı. Endülüs de bu yıl feth olundu.

Yirmi dokuzuncu yılda ise, yeni yerleşim yerleri de alındı. Aynı sene Hz. Osman Mescid-i Nebî'yi genişletti, işlenmiş taşlarla yeniden inşa etti. Direklerini taştan, üstünü de saçtan yaptırdı. Boyu yüz altmış zira', eni ise yüz elli zira' oldu.

Otuzuncu yılda, Horasan'ın birçok beldesi fethedildi. Çok miktar haraç (gayr-i müslimden alınan vergi) elde edildi. Doğrusu her yönden sermaye akıyordu. Her ülkeyi açtı Cenâb-ı Hak Müslümanların önüne. Otuz ikinci yılda Abbas bin Abdülmuttalib vefat etti. Abdurrahman bin Avf ile Abdullah İbn-i Mes'ûd ve Ebû Derdâ da bu yıl rahmete kavuştu. Zeyd İbn-i Abdillâh ve Ebû Cündüb bin Cenade El-Gıfâri de bu yılda vefat etmişlerdir.

Aynı yıl Suriye Muaviye'nin emrine verilmiştir. 33. yılda ise, Abdullah İbn-i Sa'd bin Ebi Şerh Habeşistan seferine çıktı.

Hz. Osman'ın, Çevresine Ve Vilâyetlere Tâyindeki Tutumu Ve Bunlardan Gelişen Haller

Hz. Osman'ın Ümeyye oğullarına bağlı akraba ve yakınlarını önemli mevkilere tâyin ettiği bilinen bir durum. Sonuç olarak, bu yakınlarına yer açılabilmesi için de çoğu sahabî olan bir hayli kişi makamlarından azledilmişti.

Bu siyâseti de ona halkın tepkisini çekmiştir. Aynı zamanda, meşhur Yahudi İbni Sebe ve avanesine hareket noktası ve dayanak teşkil etmiş; fitne ateşini tutuşturmalarına imkân vermiştir. İbn-i Kesîr'in nakline göre de özetle; Küfe halkı, Emir Said bin El-Âss'a karşı ayaklandı, onu hırpaladılar. Osman'a da Ümeyye oğullarından bazılarını yerleştirmek için yerinden alınan sahabelerin durum ve kendi eylemlerine sebeb olan durumu arzetmek için elçi gönderdiler. Bunlar da Hz. Osman'ın huzurunda fazla kaba davrandılar. Bu Hz. Osman'ın ağırına gitti. Ve ordu komutanlarına haber gönderip çağırdı. Onlarla istişarede bulundu. Bu toplantıya; Suriye emiri Muaviye bin Ebi Süfyan, Mısır emiri Amr bin Âss, Küfe emîri Said bin Ass, Basra emiri Abdullah İbni Âmir katıldı. Bunlara danıştı. Ama lâf dağıldı ve herkes kendi görüşüne göre konuştu. Osman da bu farklı görüşler karşısında kesin karara varamayınca, yine herkesi yerinde bıraktı. Âsîlerin gönlünün de mal vs. ile alınmasını tavsiye etti. Bir yandan da savaşa gayret emrini verdi.

İşte bundan sonra da ilkin Mısırda, hem de sahabe evlâtlarından oluşan bir grup, halkı Hz. Osman aleyhine kışkırttı. Ağır eleştiriler başlattılar. Buna tutunan İbni Sebe de Mısır'da fesadını yaydıkça yaydı. Altı yüz kişiye yakın atlıyı, umreye gidiyormuş edasıyla Medine'ye doğru yola çıkardı. Halbuki esas gaye Medine içinde bir ayaklanma çıkarmaktı. Bunların Medine'ye yaklaştığını öğrenen Hz. Osman, Hz. Ali'ye gidip onlarla konuşma ve beldelerine dönmelerini sağlama emrini verdi. Hz. Ali Cuhfe'de onlarla karşılaştı. Kafile Hz. Ali'ye aşırı saygı ve hürmet gösterdi. Çünkü İbni Sebe onların aklını çelmiş ve zihinlerini hurafe ile doldurmuştu. Hz. Ali bunların davranışını reddetti. Tahkir edip azarladı. Onlar ise mahcup oldular ve aralarında; kendisini halife yapmak için yollara düştüğümüz adamdan göreceğimiz bu muydu, diye konuştular. Böylece attıklarını vuramamış, umduklarını bulamamış, eli boş yüzü kara halde dönüp gittiler.

Hz. Ali dönünce, kafilenin gerisin geri gittiğini haber verdi. Aynı zamanda ona; halka konuşmasını ve yaptığı «akraba tâyinlerinden pişman olduğunu; aynı zamanda bundan vazgeçeceğini» söylemesini öğütledi.

O da bu teklifi kabul edip, gerçekte ertesi gün Cuma idi; halka şöyle bir hitabede bulundu:

«Yâ Rabbi sana sığınıp tevbe ediyorum. Yâ Rab, benim hakkımda ilk tevbe eden benim. Bunu gözyaşlarıyla da ifade etti. Cemaat da onunla ağladı. Sonra sözü getirip; kendi hakkında halkın dedikodusu ve tenkitlerinin doğruluğunu belirtti. Mervan ve yakınlarını uzaklaştıracağını da açıkladı. Halbuki Mervan bin Hakem hemen sonra huzura girip ona serzenişte hatta hakarette bulundu. Ve şöyle dedi: «Senin bu konuşmayı; söylediğini uygulayacak güçte iken yapmanı isterdim. Ve o zaman ben herkesten önce uyar ve destekler olurdum. Fakat her şey olup bittikten, sular çukurunu bulduktan, belâ ile burun buruna geldikten sonra konuştun. Vallahi bağışlanabilir bir yanlışı sürdürmek, ondan korkup vazgeçmekten daha şereflidir. Ve hem tevbe edeceksen, beni suçlamadan da bunu başarabilirdin.»

Sonra da Mervan ona, kapıda bir kalabalığın bulunduğunu haber verince, Osman ona çıkıp ne isterse konuşmasını belirtti. O da çıkıp bir takım bozguncu lâflar etti. Osman'ın yatıştırdığı halk efkârını tekrar isyana sürükledi Meselâ:

«Siz bize, mülkümüzü elimizden koparmak için gelmişsiniz. Defolun buradan! Sakın vallahi bize saldırmayasınız. Başınıza belâ gelir ve kendinizi sıyıramazsınız.»

Bu durumu Hz. Ali öğrenince, sinirli bir vazıyette Hz. Osman'ın huzuruna girdi. Ve «Sen Mervan'ı, Mervan da seni sevip razı olamaz. Tek şartla ki, eğer sen aklını ve dinini yitirirsen bu olabilir.

Dikkat et, Mervan'ın görüşü, dinine de, nefsine de şifa olmaz. Ve şunu kesinlikle bilmelisin ki; Mervan senin himayende ve yardımcı-lığında kaldıkça, ben şu andan itibaren artık seni asla uyarmam, yanına da uğramam.»

Hz. Ali çıkınca (Hz. Osman'ın hanımı Naile) girdi ve Hz. Ali'nin ona söylediklerini duyduğunu belirterek; «Konuşayım mı, susayım mı?» dedi. O da konuş, deyince şöyle anlattı: Ali'nin sözlerini dinledim. Sana zararlı şey tavsiye etmiyor. Mervan'a ise ne istediyse verdin. O da peki ne yapmam lâzım? deyince; yalnız eşsiz olan Allah'tan korkmalısın. Ve kendinden önceki iki arkadaşının tavrını takınmalısın. Çünkü sen Mervan'a uyduğun müddetçe seni öldürtür. Mervan'da Allah korkusu, sevgisi ve değeri yok. Hemen Ali'ye haber gönderip onu kazanmaya bak. Zaten sana âsi olmaz ve aranızda akrabalık da var.

O da Hz. Ali'ye haber gönderip çağırttı ise de, o gelmek istemedi ve «ben ona artık yanına uğramayacağımı bildirmiştim» dedi.

İşte bu durum, büyük fitnenin çıkış noktasını oluşturdu. Pusuda bekleyen yeraltı faillerinin işini kolaylaştırdı. Gayelerine ulaşmanın yollarını açtı.

Başlayan Fitne Ve Osman'ın Öldürülmesi

Hz. Osman, Halifeliği on iki yıl yürütebildi. Herkes, özellikle de Kureyş ondan memnundu. Ömer'den de fazla severlerdi. Çünkü o, Kureyş'e sert davranırdı. Osman ise onları hoş tutuyor ve yumuşak davranıyordu. Ama, yukarıda kaydettiğimiz üzere, ne zaman ki ak-rabalarını önemli işlere tayin etmeğe başladı, işte o zaman durum değişti.

Osman (r.a.) bu tutumunu, Allah'ın emri gereği bir sıla-i rahm diye yorumlardı. Ama iş kendi hayatıyla sona erdi.

İbni Asâkir, Zührî'den şöyle nakleder:

Said İbni Müseyyeb'e dedim ki; «Hz. Osman'ın öldürülme olayını anlatır mısın, O ne yapıyor, halk ne istiyordu?» İbn-i Müseyyeb şöyle anlattı: «Osman haksız yere öldürüldü. Öldüren zâlimdi. Onu yenik düşüren ise ma'zurdu.» Ve İbn-i Müseyyeb olayı sebep ve sonucuyla Zührî'ye anlatıyor. Biz onu özetleyerek alalım:

Mısırlılar, İbn-i Ebi Şerh'den şikâyetle geldiler. Osman da ona bir yazı gönderdi. Öğüt veriyor ve yer yer de onu azarlıyordu. Ama Ebî Şerh, Osman'ın tehditlerine aldırmak şöyle dursun, ona ve şikâyet edenlere kızıp tavrını daha bir sertleştirdi.

Bunun üzerine, Hz. Ali, Hz. Âişe ve Hz. Talha gibi, önde gelen sa-habeler, Osman'a baskı yaparak, Ebi Şerh’in azlini teklif ve yerine bir başkasını tâyin etmesini tavsiye ettiler. Hz. Osman onlara; öyleyse onun yerini tutacak adamı gösterin, dedi. Onlar da Muhammed bin Ebî Bekri tavsiye ettiler. Osman da bir ahidnâme yazıp bu zâtı vali olarak tâyin etti. Hemen bir kafile Mısıra doğru yola çıktı. Ensâr ve Muhacirden bir hey'et aralarında da Muhammed bin Ebî Bekr olduğu halde mes'eleyi çözüme bağlamak için gidiyorlardı. Medine'den üç günlük bir mesafeye varmışlardı. Bir de baktılar, bir zenci köle katırla ve aceleyle gidiyor. Resûlullah'ın sahabeleri onu durdurdular. Senin bir kaçamak halin var, nereye ve ne için böyle acele ile gidiyorsun, dediler. O da ben, Emîri'l-Mü'minin'in kölesiyim. Mısır valisine emirnamesini götürüyorum. Onlar, kimin adamısın? diye sıkıştırınca, güçlükle sözünü tekrarladı: Mü'minlerin Emiri'nin adamıyım. Bir de Mervan'ın kölesiyim, diye ekledi. Ve cebinden de bir mektup çıkardı. Muhammed bin Ebî Bekr çevresindeki Ensâr, Muhacir ve kim varsa topladı. Mektubu onlara açıkladı. Şunları yazıyordu: «Sana Muhammed ve falan, falan gelince öldürmek üzere tutukla ve yazılarını da iptal et. İşine devam et. Benden bir yeni emir gelinceye kadar, şikâyetçileri de hapset.

Bunun üzerine bu sahabe grubu, yazıyla birlikte Medine'ye dön-düler. Sahabelerden büyük bir cemaat toplayıp, mektubu ve kölenin macerasını onlara açıkladılar. Artık Hz. Osman'a kinlenmeyen bir tek Medineli kalmamıştı.

Durumu gören Hz. Ali ise, Bedir ashabından, Talha ve Zübeyr gibi seçkinleri topladı. Sa'd ve Amir'i de aldılar; köle - mektup ve katırı Hz, Osman'a sundular.

Hz. Ali söz aldı, şöyle konuştular:

— Bu köle senin adamın mıdır?

— Evet.

— Katır da senin mi?

— Evet.

- Peki, bu mektubu sen mi yazdın?

— Hayır.

Ve yemin etti ki, ne bu mektubu yazdım, ne yazdırdım, ne de bundan haberim var.

— Peki, mühür senin mühürün?

— Evet.

— Peki, nasıl oluyor ki, kölen kendi atını alıp mührünle mü-hürlenmiş mektupla yola çıkıyor, senin haberin olmuyor.

O yine bundan haberi olmadığı ve asla Mısır'a böyle bir gönderi yapmadığına yemin etti.

Sonra yazıya baktılar. Mervan'ın yazısı olduğunu bildiler. Mervan'ı kendilerine teslim etsini istediler. Fakat Hz. Osman çekindi.

Mervan da evinde, yanındaydı. Topluluk kırgın halde çıktı. Os-man'ın yalan yere yemin etmediğini biliyorlardı ama Mervan'ı ken-dilerine teslim etmeyişine kızıyorlardı.

Haber Medine'ye yayıldı. Hz. Osman'ın evi kuşatıldı. Ona su bile vermiyorlardı. Ailecek susuzluktan bunalınca, halkın karşısına çıkıp; bana biraz su getirecek kimse yok mu? dedi. Haber Hz. Ali'ye ulaşınca ona üç kırba su gönderdi. Bu da ona zor belâ ulaştı.

Yine Hz. Ali'ye; Osman'ı öldürmek isteyenlerin olduğu haber verilince, oğulları Hasan ve Hüseyin'i yolladı. Gidip silâhlarınızla Os-man'ın kapısında nöbet tutun, dedi. Kimseyi bırakmayın emrini verdi. Onlar da gidip nöbete koyuldular. Bunu öbür ashâb-ı kiram da uyguladı. Az sonra da kavga azdı. Osman'ı öldürmek için saldıranlar vardı. Fakat peygamber torunlarıyla birlik öbür sahabeler onları engelliyordu.

Bu sırada, dam delindi ve onun üzerine saldırıp kılıçlarıyla öl-dürdüler. Bu haber de Hz. Ali'ye ulaşınca, kızgın vaziyette çıkageldi ve oğullarına çıkıştı: Siz kapıda iken nasıl olur da Emîrü'l-Mü'minîn öldürülür? Hasan ve Hüseyin'i tokatladı. Talha'nın oğlu Muhammed ve Zübeyr'in oğlu Abdullah'a hakaret etti.

İşte böylece, Hz. Osman'ın öldürülmesi, sonsuza kadar sürecek fitneler zincirinin ilk halkası oluverdi.

Hz. Ali'ye Bey'at Ve Hz. Osman'ın Katilinin Aranması

Hz. Ali, olaydan derin üzüntü duyarak çıktı Hz. Osman'ın evinden. Halk önünü kesip, bize bir emir lâzım dedi. Elini uzat sana bey'at edelim dediler. Hz. Ali onlara; şu an bu gereksiz, bu Bedir ashabının işidir, dedi. Bedir ehli kimi seçerse, o da halife olur. Bedir ehli kalmadı ise o zaman Ali'ye sıra gelir, deyince de: Senden başka buna lâyık kimse görmüyoruz. Ver elini bey'at edelim dediler ve bey'at ettiler.

Mes'ele Hz. Ali'nin üzerine yıkılıp, bey'at da tamamlanınca, Mervan ve oğlu kaçtı. Ali, Osman'ın hanımından katili sordu. Bilemiyorum, yanına iki kişi girdi. İkisini de tanımadım. Muhammed bin Ebi Bekr de beraberdi. Hz. Ali, Muhammed'i çağırdı. Hz. Osman'ın hanımının söylediklerini sordu. Muhammed inkâr etmedi: Evet, ben de girdim ve öldürmek istiyordum. Bana babamı hatırlattı ve onu bıraktım. Allah'tan af diliyorum, tevbe ediyorum, dedi. Onu öldürmedim ve elimi de sürmedim, dedi. Hz. Osman'ın hanımı, doğrudur ama o ikisini içeri soktu, dedi.

İbn-i Asâkir'in Safiyye'nin mevlâsı Kinâne'den ve başkalarından nakline göre; Osman'ı Mısırlı, sarışın ve mavi gözlü bir kişi öldürdü. Yine İbn-i Asâkir'in, Ebû Sevr El-Fehmi'den naklinde ise; Hz. Osman kuşatılmıştı. Ben onun evine girdim. Dedi ki; ben Rabbimin katında on kez korundum. İslâm'ın ilk dört kişisindenim. Zorluk ordusunu (Tebük seferine) hazırladım. Resûlullah (s.a.v.) bana kızını verdi. Biri ölünce de ikincisini nikahladı. Asla, şarkı söylemedim, arzu da etmedim. Resûlullah'a bey'at edeli sağ elimi avret yerime sürmedim. Hiçbir cumayı kaçırmadım. Kaçırdığımda da ya da benzer bir yanlışımda mutlaka bir köle âzâd etmişimdir. Ne câhiliyyede ne de İslâm döneminde zina etmedim. Yine her iki devrimde de hırsızlık yapmadım. Resûlullah (s.a.v.) vaktinde Kur'an'ı cem ettim.

Doğru tesbitle, Hz. Osman, Hicri 35. teşrik günlerinde öldürüldü.

İbretler Ve Öğütler

Birinci olarak: Hz. Osman döneminin fazilet ve meziyetleri. Öyle ki, Osman döneminin simgesi olmuştur bunlar. Meselâ Fetihlerin geniş alanlara yayılması; Horasan ve Kuzey Afrika'nın tamamen ele geçirilip Endülüs'e ulaşılması bunlardandır. Yine o devrin en belirgin ve onurlu başarıları arasında, yabancı kelimelerin dili istilâsı ve bunların Kur'an'a da karışması korkusu başladığı an; onu aslı ve hakikî hattıyla cem edip, içine yabancı bir kelimenin sızamayacağı şekilde tespit etmesi. Medine mescidini en geniş sınırlara kadar yeniden inşa etmesi gibi başarıları sayabiliriz.

Bu fetihlerde Hz. Osman'ın çoğunlukla, Abdullah İbn-i Sa'd bin Ebi Şerh'e güvenmiş olması da zanlı bir tutumu sayılmaz. Evet İslâm kendinden önceki sistemleri yere gömmüştür. İbn-i Şerh ise belki başlangıçta bunu görmemezlikten gelip, başarısıyla gururlanmış olabilir. Ama onun bundan sonra düzeldiği ve doğru yolda dini bütün insan olduğu da iyi biliniyor.

İkinci olarak: Biz, bilmeliyiz ki; Hz. Osman'ın (r.a.) vali ve yardımcılarını akrabalarından (Emevîlerden) seçmesi nedeniyle eleştirilere hedef olmuşsa da, bu tutum onun içtihadıdır. Ve seçkin sahabe önünde de kendisini böylece savunmuştur. Yine biz onun içtihadını ve savunmasını kabul etmesek bile, tenkit ve yorumlarımızı edepsizlik noktasına vardırmamak zorundayız. Biz esasen, onun yaptıklarını hatâ bile saysak, bu hatâların sahibinin, Resûlullah (s.a.v.) nezdindeki yerini ve İslâm'ın ilklerinden oluşuyla geçmiş iyiliklerini ve hele Resûlullah'ın Tebük seferi sırasında, «Artık Osman'ın bugünden sonra yapacağı hiçbir şey zarar vermez» buyurmuş olduğunu unutmamak durumundayız.

Bize yakışan; sahabenin onunla tartışması ve ona itirazlarıyla, bizim bu noktadan uzanarak, onun işlerinde kusur aramamız ve tenkidimizin çok farklı şeyler olacağını kavramamızdır.

Çünkü, sahabenin ona itirazı, yürümekte olan işi düzeltici olabilir, iyiye çevirebilir. Suçlama ve eleştirme bile olsa, iyi inceleyince görülür ki onlardan (çağdaşlarından) gelince müsbet ve faydalıdır. Ama bizim (bunca asır sonra) bugün lâf etmemiz, hele yüzlerce tarihî olayın üst üste yığılıp birbirini gölgelemesinden sonra; artık Resûlullah'ın dil uzatılmasını yasakladığı genel anlamda sahabesinin de ötesinde, Râşid Halifeleri eleştirmemiz çok ucuz bir saldırı olur.

Halbuki, ilmî esaslara dayanarak, olayların niceliğini kavramak isteyen gerçekçi kişiye de; İbn-i Kesir, İbn-i Esir ve Taberî gibi güvenilir tarihçilerin araştırmalarının hududunda olsun, durmak yaraşır.

Üçüncü olarak: Fitnenin başlayışının, Hz. Osman döneminin bitimine rastgeldiği bir vakıa. Ama senaryonun arka plânında bulunan ve fitneyi sürekli körükleyen Abdullah İbni Sebe ismi de unutulmamalıdır.

Bu İbni Sebe aslen Yemenli bir Yahudi’dir. Hz. Osman zamanında Mısır'a gelmiştir. Orada Hz. Osman aleyhinde ve (sözüm ona) Hz. Ali ile Ehl-i Beyt lehinde propaganda başlatmıştır.

Halka sirayet edebilmek için şu üslûp ve taktikle konuştuğu meş-hurdur:

Muhammed (s.a.v.), İsa (â.s.)'dan efdal değil midir? Peki Mu-hammed (s.a.v.), İsa'dan daha layık değil midir, dünyaya tekrar gelmeye? O halde Hz. Muhammed, kendisine en yakın olan amca oğlu Ali'nin kişiliğinde gelecektir.

İşte bu tarzda Mısır halkını oyuna getirmeyi becerdi. Halbuki aynı taktiği Yemen'de yapmış, tek ferdi inandıramamıştı. Bu oyuna gelen çevreler ise, hemen toplanıp Medine'ye yürüdüler. Niyetleri Hz. Osman'ı devirmekti. Ama yukarıda verdiğimiz tarihî bilgiden görüldüğü üzere, Hz. Ali'nin tavrı onları bu eylemden vazgeçirmişti.

Şimdi bu noktadan hatırlayalım, İslâm ümmetinin Sünnî - Şiî diye iki parçaya ayrılışını:

Bu olay o zaman başladı ve İbni Sebe elinde son şekline ulaştı. Yoksa, Emevîlerin, Ehl-i Beyt ve onların taraftarlarına eza ve cefalarıyla başlamış falan değil. Önemli olan, tarihi gerçeklerin «Elif bâ»sı olan bu iki vakıadan herhangi birini alıp, öbürünü unutmamaktır.

Dördüncü olarak: Tekrar olsa da, bu üçüncü hilâfet döneminde Hz. Osman ile, Hz. Ali arasındaki bağlılığı ve Ali (r.a.), Osman (r.a.) 'a karşı gerçek tutumunu aklımızda tutmalıyız:

Görüyoruz ki; Hz. Ali, Hz. Osman'a ilk bey'at eden şahıstır. Bunu çoğu tarihçilerimiz ifade ediyor. Meselâ İbn-i Kesir bu önceliği apaçık yazar. Sonra, Mısır'dan gelen ve Hz. Osman'a isyan edenlere karşı, yani İbni Sebe ekibine gösterdiği tutum ortada: Ben onları def ederim diyor ve Cuhfe bölgesinde karşılayıp, hakaretle, tehditle, onların kendisine iltifatlarını bile yüzlerine çarpıyor. Öyle ki, bu âsiler (ya da aklanmışlar) bin pişman yüz geri olup yerlerine dönüyorlar. Hatta bazıları, işte kendi uğruna savaştığımız adam, Halifeye, kendi adına isyan ettiğimiz zâtın tavrı bu mu olmalıydı? diye yakındılar.

Ve onun, Halife'ye nasihatındaki içtenliği şefkat ve sevgiyi görüyoruz: Onu en kritik anlarda onun yanıbaşında buluyoruz. En sonunda ise, iki oğlunu tehlikenin ortasına atıp, Halifenin kapısında muhafız yaptığını biliyoruz.

Öyle ise, hilâfeti boyunca, Hz. Osman'ın en faydalı dostu ve yardımcısı Hz. Ali'dir. En dar anlarda yardımcısı; son anda ise ona en güzel ve faydalı tedbiri öğreten öğütçü yine Hz. Ali'dir.

Şunu çok iyi bilmeliyiz ki; Hz. Ali gibi büyükleri, Allah ve Resulüne inanan herkese, gözünün bebeği gibi bilip sevmesi yaraşır. Ve insanlığını yitirmemiş her şahıs da kalbinde ona sevgi taşır. Sevginin ispatı ise, ona uyma, itaat etme ve bundaki samimiyetiyle ortaya vurur. Bu özellik başta Hz. Ali'de var ve kendinden önceki halifelere karşı ispat etmiştir. O halde onun hayatı bize örnek olsun, ta bizim sevgimiz de ona ve onun sevdiklerine yönelsin!