Hâtime (Son Söz)

Resûlullah (s.a.v)'ın Bazı Özellikleri Ve Mescidiyle Kabrini Ziyaret Etmenin Fazileti Hakkındadır

Resûlullah (s.a.v.), arasında gömlek ve sarık bulunmayan üç parça kumaşla kefenlendi. Kefenleme bitince, kabrinin kenarındaki sedir üzerine kondu ve halka izin verildi. Grup grup giriyorlar, hücreye, imamsız olarak O'nun namazını kılıyorlardı. Namaz kılanların sırası şöyleydi: Önce amcası Abbas, sonra Hâşim oğulları, sonra Muhacirler ve Ensâr. Daha sonra da öbür halk kitleleri gelip kıldı. Ve Resûlullah (s.a.v.) vefat etmiş olduğu yere, Hz. Âişe'nin odasındaki yerine defnedildi.

Resûlullah (s.a.v.) vefat ettiğinde, dokuz tane hanımı vardı. Hz, Sevde, Hz. Aişe, Hz. Hafsa, Hz. Ümmü Habibe, Hz. Ümmü Seleme, Hz. Zeyneb bin Cahş, Hz. Cüveyriye, Hz. Safiyye, Hz. Meymûne. Bunlardan, sadece Hz. Âişe (r.a)'yi bakire olarak almıştı.

Üç tane oğlu olmuştur: Kasım (ki kendisi onunla künyelenir) ve Peygamberliğinden önce doğmuş, iki yaşındayken vefat etmişti. Ab-dullah ki, Tahir ve Tayyib diye de adlanırdı. Nübüvvetten sonra dünyaya gelmişti.

İbrahim ise, Medine'de, sekizinci yılda doğdu, onuncu yılda vefat etti.

Dört de kızı vardı:

Fâtıma, Zeyneb, Rukiyye, Ümmü Külsum. Hz. Rukiyye, Bedir günü, yâni ikinci yıl Ramazan’ında vefat etti. Ümmü Külsum ise dokuzuncu yılda Şaban ayında vefat etti. Bu ikisi de sırasıyla, Hz. Osman İbn Affân (r.a.)'ın nikâhına girmişti. Hz. Zeyneb ise, en büyük kızı olup, Ebü'l-Âs ile evliydi ve Hicretin sekizinci yılında vefat etti. Hz. Fâtıma (r.a.) için söze hacet yok. Hz. Ali (r.a.)'nin zevcesi, Hz. Hasan ve Hüseyin'in anneleriydi. Resûlullah, insanların en yiğidi idi. Özellikle de Ramazan günlerinde. Herkesten çok dayanıklı ve metin idi. Yine insanların en güzeliydi. Hem hulk (huy) hem de halk (dış görünüş) bakımından. En eli açık ve en güzel kokulusuydu insanlığın. Muaşerette en üstün, Allah'tan korkmada ise en şiddetli. Asla kendi nefsi için kızmaz, intikam almaz, ancak Allah'ın yasakları çiğnenirse kızar, kızması da ancak Hak yerini bulunca geçerdi. O'nun ahlâkı Kur'an İdi. İnsanların tevazu bakımından en ilerisi olup, ev halkının işlerine bile yardımcı olur, zayıfları son derece himaye ederdi. Haya bakımından da insanların en üstünüydü, desek yerindedir. Asla yemek ayırmaz; iştahı varsa yer, yoksa bırakırdı. Hiçbir zaman yaslanıp ya da bir masaya oturup yemek yememiştir. Yiyeceklerden tatlıları ve özellikle balı çok sever, debbeki (kabak yemeğini) aşırı severdi. Öyle olurdu ki; bir ay, iki ay evinde ateş yanmaz, yemek pişmezdi. Hediye kabul eder, sadaka yemezdi. Ayağına sandalet giyer, elbisesini yamalar, hastaları ziyaret eder. O'nu ister fakir ister zengin kim da'vet ederse, da'vete icabet ederdi. Yatağı, iç hurma lifi dolu bir deri minderdi. Hâsılı dünya metâından erzak ve malzemesi son derece az idi. Allah O'na yeryüzünün tüm hazinelerinin anahtarını vermişken O, bunların yerine âhirettekini tercih etti. O, sürekli düşünür ve zikirle meşgul olurdu. Gülmesi hep tebessüm halinde görülürdü. Mizah bile yaptığı olsa hep olanı, gerçeği söylerdi (uydurma, asılsız değil). Ashâbıyla ülfet eder, iyilik yapan herkese iyilikte bulunur ve her birinin işine yardımcı olurdu.

Sahîh-i Buhâri'de, Enes İbn Mâlik'ten nakledildiğine göre O, şöyle demiştir: «Resûlullah (s.a.v.)’ın elinden daha yumuşak ne ipek, ne atlas benim elime değmedi. O'nun kokusundan daha hoş bir koku da koklamadım. Ben O'na on yıl hizmet ettim. Ama bana asla: Öff» demedi, yaptığım hiçbir işe niçin böyle yaptın, yapmadığıma da niçin böyle yapmadın, diye azarladığını duymadım.»

Bilelim ki, O'nun mescidini ve kabrini ziyaret, Allah'a en yakın olma hallerindendir. Bunun üzerinde ise, bütün devirlerde, bütün İslâm uleması ittifak etmiştir, ihtilâf eden olmamıştır tâ günümüze kadar, İbn Teymiye hariç (Allah onu afvetsin). O'na göre Resûlullah (s.a.v.)'ın kabrini ziyaret meşru değildir. Halbuki, ona rağmen Müslümanların ittifak ettiği bin sürü delil var:

a- Genel anlamda kabir ziyareti meşru ve hoşlanılan bir şeydir. Nitekim, hepsi bir yana, yukarıda naklettiğimiz gibi Resûlullah (s.a.v.) âdeta her gece Baki kabristanına gider ve orada yatanlara selâm verip mağfiret dilerdi. Sahihte böylece sabit olmuştur. Bunun tafsilâtına dair hadisler çoktur. Eh, Resûlullah'ın kabri de umu-ma dahil olduğuna göre, onun hükmü de kendiliğinden anlaşılır.

b- Resûlullah (s.a.v.)’ın kabrini ziyaret hususunda Sahabe, Tâbiîn ve onlardan sonraki dönemlerde ulemanın icma'ı sabit olmuştur. Hatta, O'nun Ravza-i Şerifinden her geçişte O'na selâm verilmesi gerektiğine dair hadîsleri de bütün seçkin İslâm ulemasının arasında bizzat İbnTeymiye de nakletmiştir.

c- Sahabelerin de, Resûlullah (s.a.v.)'ın kabrini sık sık ziyaret etmekte oldukları sabittir. Ceyyid isnat ile İbn Asâkir'in nakline göre Bilâl (r.a.) bu ziyaretçilerden biridir. Mâlik'in Muvatta'ındaki nakline göre de İbn Ömer, Ahmed'in nakline göre de Ebû Eyyub sık ziyaret edenlerden olup, hiçbir kimse de çıkıp onlara mâni olamamış, ya da kötü görüp ayıklamamıştır.

d- Ahmed (r.a)'in sahih senetle nakline göre Muâz İbn Cebel'i Yemen'e gönderirken, vedâlaşıyor ve şöyle diyordu: «Muâz! belki bu yıldan sonra artık benimle karşılaşamazsın. Ama muhtemel ki bu mescidime ve kabrime uğrarsın.» Hadîste «Lâalle» kelimesi geçiyor. Bu kelimenin haberine «En» dahil olursa arz ve rica mânâsı ifade eder. Bu cümlenin dizilişi apaçık bir tavsiye ifade ediyor. O'na selâm vermesi tavsiye ediliyordu. Durum böyle bir açıklığa ulaşınca, artık tek başına kalan İbn Teymiye (r.h.)'nin iddia ettiği tarza karşı başka bir savunmanın yersiz ve kabri ziyaretin de meşru bir amel olduğu anlaşılır.

Zâten İbn Teymiye'nin bu konudaki dayanağının hepsi Resûlullah (s.a.v.)'ın şu kavlidir: İnsanın, ziyarete bineğini ancak şu üç mescide gitmek için hazırlaması uygun olur: Mescidi Haram, Benim Mescidim ve Mescid-i Aksa».

Yine: «Allah Yahudilere lanet etsin. Onlar peygamberlerinin kabrini mescit haline getirdiler». Ayrıca: «Kabrimi iyd (bayram) yeri edinmeyin!»

Halbuki bu üç hadis-i şerifte de, o zâtın tek başına iddia ettiği şeye bir dayanak mevcut değil. Meselâ: «Hayvan koşturulmaz veya hazırlanmaz.» diye başlayan hadis: «Şu üç mescidin ziyareti için uzaklardan kalkıp gelmek, bunun için hazırlanmak, başka yerlere nazaran daha uygundur» anlamında kinayedir. Yâni buradaki özelleştirme izafidir. Zira sahihte sabit olan hadîse göre Resûlullah (s.a.v.) Küba mescidini de her hafta, hatta bir rivayete göre her Cumartesi günleri ziyaret ederdi. Buna bakılınca, O'nun bu mescitlerden başkalarını da ziyarete tahsis etmiş olduğu kabul edilir. Ama Resûlullah (s.a.v.) orası için at koşturmadı denemez. Çünkü böyle bir tefsire girişilirse; o zaman bir kimsenin, bir yerden bir yere gitmesi eğer hayvan hazırlayıp gidilmediyse caiz, yok binek hazırlayıp özel gidilirse, bu üç mescidin dışındaki yerleri ziyaret haram olması gerekirdi. Bu tür bir mantığı ise en zayıf akıllar bile reddeder. «Allah, Yahudilere lanet etsin. Peygamberlerinin kabrini mescit yaptılar», hadisine gelince, genel haliyle ziyarete delâleti yok.

Çünkü, yukarıda izahı geçtiği üzere, burada kabrin veya çevresinin namazgah edilmesini ayıplamaktadır. «Mesâcid» sözü bunu anlatır. Çünkü mescit, namaz kılınan yerin adıdır. Çünkü kabri sadece ziyaret, onu mescit edinme anlamına edinmiş olurdu. Öyle ya, O da Baki' kabristanını her gün ziyaret ederdi.

«Kabrimi bayram yeri yapmayın» sözüne gelince: Bu demektir ki, benim kabrimi ziyareti muayyen günlere bağlamak suretiyle; bayram günleri gidilen mahallere benzetmeyin. Nitekim Hafız el-Münziri de öbür hadîs uleması da böyle tefsir etmişlerdir. Ayrıca; o mahalde, süslü püslü görünme, yığılıp bağırıp çağırma, laubali hareket etme; yâni bayram şenliğine gelmiş gibi davranmanın nehyedilmesini anlamak da mümkündür tabii. Ama, Resûlullah'ın kendi kabrini, sırf ziyaretten menetme anlamına yormak, çok uzaktır. Çünkü yine «îyd»den kastı, kabri ziyaret olsa; o zamanda Resûlullah, Baki' mezarlığını «lyd» yâni bayram yeri kabul etmiş olurdu. Bu tezat nasıl anlaşılsın?

Şimdi, dikkat etmeliyiz. Resûlullah (s.a.v.)’ın kabrini ziyaretin de birtakım usûl ve âdabı vardır. Ve uyulması zaruridir. Allah sana, orasını ziyareti nasibederse, önce ona doğru bir niyetle karar ver. Önce O'nun mescidini ziyarete, sonra da kabrini ziyarete niyet et. Medine'ye girerken boy abdesti al. En temiz elbiselerini giyin. Medine'ye ayak basıp O'nunla şereflendiğinde, Allah'ın yarattıklarının en hayırlısı ile şereflendirdiği bir beldeye girmekte olduğuna kalben hâzır ol. Mescide girer girmez de doğruca «Ravza»'ya yönel. Kabirle minber arasında iki rek'at Tahiyyetü'l-Mescid kıl. Bundan sonra «Kabr-i Şerif»'e yaklaştığında; dikkat et, öyle şamata ve tehacümden sakın. Bazı cahillerin yaptığı gibi, şebekeye yapışıp öpme, elini yüzünü sürme vs. den şiddetle sakın. Bu, insanı harama kadar götüren bir bid'attır. Aksine, kabirden mümkün mertebe uzakta dur. Önüne gelen duvarın karşısında heybetle celâl duygusuyla dur.

Ve Resûlullah'a hafif bir sesle selâm ver; «Şehadet ederim ki, Allah'tan başka ilâh yoktur. Şehadet ederim ki; sen Peygamberlik ödevini duyurup yerine getirdin. Ümmetine nasihatini yapıp onları güzel öğüt ve üstün hikmetle Allanın nizamına çağırdın. Son nefesine kadar da Allah'a kulluktan geri kalmadın. Öyleyse, sana, ashabına, ailene; Rabbimin sevip dilediği ve razı olduğunca salât ve rahmet etsin» de.

Sonra biraz sağa kayarak kıbleye dön. Böylece yönelişin, sırf kabre olmamış olsun. Ve elini açıp kalbin Aziz ve Celîl olan Allah'ın korku ve ürpertisi içinde duâ et. Ama, sakın bunu Resûlullah (s.a.v.)'a karşı edebsizlik de sanma. Sanma ki, duâ kabre yönelerek yapılmalıdır. Hayır! Duâ Allah (c.c.)'a bir hitaptır. O'na hitapta ise ikinci bir şeyin iştiraki asla caiz olmaz. Ve Allah Teâlâ'ya duada dönülecek en hayırlı yön ise Kıble'dir. Sen sakın, birtakım câhil ve bid'atçılardan gördüğün şeylere itibar etme. Ve duana şöyle başla:

«Ya Rab! Sen buyurdun, buyruğun haktır: «O nefsine zulmedenler sana gelip de Allahtan af dileselerdi, Resul de onlara af dilerdi ve Allah'ın ne kadar da tevbeleri kabul ettiğini göreceklerdi.»

İşte ben de sana geldim, tevbe ediyorum. Günahlarımdan istiğfar edip, Resulünden de şefaat diliyorum, senin nezdinde. Ve yâ Rabbi, sağlığında O'nun kendisine mağfiret ettiğin gibi, bana mağfiret etmeni bekliyorum.

Bundan sonra da, artık, din ve dünyan için, din kardeşlerin ve yakınların için istediğin kadar çok duâ et.

Ey kardeşim! Bu duada bana da bir hisse ayırmayı unutma sakın. Ve de ki; yâ Rab! Öncekileri ve sonrakileri, o muhakkak olacak mahşer gününde topladığında; şu fakir günahkâr kulun, «M. Said Molla Ramazan oğlunun» da günahlarını en uygun şekilde ört. Ve bağışladığın kullarının arasında onu da ni'met ve bereketinin hi-mayesine dahil et. Onu da Resulün Muhammed aleyhisselâm'ın Havzı kenarında o şerbetten takdim edilenlerden eyle. O, yüzünde neş'e ve tebessüm, Havzının kenarında; hayat dağıtmak için, ashabını, ta-nımadığı tüm ümmetini, kendisini iştiyakla sevenleri beklediği günde. Onu kovulan ve mahrum bırakılanlara katma.

Bu senin için bir ahd olsun kardeşim. Hangi halde olursan ol, bu kitabı bitirdiğinde, Allah'tan bu kardeşin için taleb edeceğin bir ahd. Ve bil ki; bir kardeşine gıyabında duadan daha hâlis ve samimisi olamaz. Sakın beni unutma.

Ben ise, Allah'a bu kitabı bitirirken tevfik ve hidâyetinden ötürü sonsuz şükür ve hamdimi arz ediyorum. Aynı zamanda sevgilisi Muhammed Mustafa (s.a.v.)'nın sünnetinden bana en güzel nasibi ihsan etmesini yalvara yakara istiyorum. Gönlümü O'nun sevgisiyle doldurmasını, bizi de O'nun sancağı altında toplamasını diliyorum. Ve her Müslüman kardeşim için de tıpkı bunları niyaz ediyorum.

Ve nihayet, O yüceler yücesi dergâhtan benim şu kitabı yazarken, farkına varmadan düştüğüm hatâları hoş görmesini, sâdır olan yanlış ve kusurları bağışlayıp; sarfettiğim gayret ve doğru niyetten ötürü bu kitabı bana şefaat belgesi kılmasını temenni ediyorum.

Salât ü selâm, her türlü ihtiram; o Ümmi Nebimize, O'nun âl u ashâb u etbâına olsun.

Dâva ve duamızın başı ve sonu: «Elhamdü lillâhi Rabbi'l âlemin'dir.