Dârü'l-İslâm'la anlaşmalı ülke. İslâm hukukunda kendileriyle mütareke ve zimmet anlaşması yapılan gayrimüslim (harbi) ülkelere daru's-sulh veya daru'l-ahd adı verilir. Hanbeli doktrininde ülkeler arazi hukuku yönünden taksim edilirken, mülkiyetin aidiyetine göre müslümanların ele geçirdikleri topraklar dört grupta mütalaa edilmiştir. Kuvvet yolu ile ele geçirilenler, halkının korkudan veya müslümanların izniyle terkettikleri topraklar, sulh yoluyla elde edilen topraklar. Sulh ile elde edilen topraklar da, müslümanların mülkiyete ortak olduğu topraklar ve mülkiyeti gayri-müslimlere bırakılan topraklar diye ikiye ayrılır. Barış anlaşması ile mülkiyeti cizye hükmünde bir haraç karşılığında gayri-müslimlere bırakılan yerlere darü'l-ahd denir. Böyle ülkelerde yaşayan gayri-müslimler, yapılan anlaşmaya uydukları sürece orada yaşarlar. Darü'l-ahd'in İslâm ülkesi sayılmaması, Hanbelilere ve İmam Maverdî'ye göre, arazi hukuku sebebiyledir. Yine bu ülkeye harp ülkesi de denmemiştir. Çünkü müslümanlarla sulh halindedir. Ancak, bir ülkenin müslümanlara veya gayrimüslimlere nisbetinin iktidar, hâkimiyet ve İslâm ahkâmının uygulanmasına bağlı olması sebebiyle, Şafiî hukukçuları bu ülkenin, dârü'l-İslâm sayılması gerektiğini söylemişlerdir. İmam Şâfiî'ye göre, gayri-müslimler, İslâm ahkâmının icrası şartı kabul edilmeden cizye üzere sulh yapamazlar. Yapılsa bile, bu anlaşma, geçici bir mütarekeden ibaret olur. Ebu Hanife de, böyle ülkelerle yapılan sulh ile, onların ehl-i zimme ve ülkelerinin dârü'l-İslâm olduğu kanaatindedir. Ayrıca Hanbelî fukahası, anlaşmanın bozulması halinde, darü'l-ahd'e açılan harp sonucu bu ülkenin fethedilmesi halinde, yine darü'l-ahd kalacağı görüşünü savunmuştur. Ancak, çoğunluğun görüşüne göre o ülke darü'l-İslâm sayılmıştır. (Ahmed Özel, İslâm Hukukunda Ülke Kavramı, İstanbul 1984, 134 vd.)
Darü'z-zimme, darü'l-muvadaa diye iki ayrı ıstılah daha vardır. Buna göre sulh ile Dârü'l İslâm yapılan ülkeleri Hanefi fukahası ikiye ayırır. Bunlardan darü'z-zimme; uzun süreli olarak İslâm kanunlarını tatbik üzerine anlaşma yapılan ülkelere denir. Bunlar, ehl-i ahddirler. Rasûlullah da Necranlılarla böyle bir andlaşma yapmıştır. İmam Malik de aynı görüşü savunmuştur.
İkinci olarak dârü'l-muvâdaa adıyla, İslâm ahkâmı tatbik edilmemek şartıyla anlaşma yapılan ülkeler de vardır ki, bunlar, dârü'l-harp hükmündedir. Dârül-muvâdaa'ya yapılan sulh ile, taarruz terkedilmiş olur. Halkı ehl-i harp olduğundan bu ülkeye dârü'l-İslâm'dan silâh götürülmesi yasaktır. (Ayrıca şahıs hukuku için bk. Dârü'l-İslâm ve Darû'l-Harb).
İslâm hukukçuları hâkimiyet ve ahkâma göre ülkeleri temelde dârü'l-İslâm ve dârü'l-harp şeklinde ikiye ayırırlar. Bu iki devlet arasındaki münasebetlerin harp ve sulh durumuna göre tartışmalı olduğu doktrinde, esas olarak gayri müslim her ülke için dârü'l-harp tabiri kullanılmış ve bu anlayış, orta ve yeni çağlarda gayri müslimlerle olan münasebetlerin harb esasına dayandırılmasından doğmuştur. İslâm hukukunda "siyer" adı altında devletler umumi ve hususi hukuk kaideleri sistemleştirilirken kavramlara yaklaşım bir ülkenin İslâmî ahkâmı uygulayıp uygulamaması ölçüsüyle olmuş, ancak mülkiyet hukuku konusunda fukaha arasında ihtilaf görülmüştür. (Ayrıca bk. Emân, Harâc, Sulh).
Şamil İA