Birinci Haçlı Seferi
Papa II. Urbanus 18-28 Kasım 1095 tarihleri arasında bütün Batı Avrupa'nın ileri gelen din
adamlarının katıldığı bir toplantıda bu büyük harekâta süratle hazırlanmaları gerektiğini
hatırlattıktan sonra ilk büyük haçlı kafilesinin harekete geçmesini temin etmiştir. Ertesi
yıl yani 1096'da Pierre L'Ermitte adlı bir keşişin idaresinde heyecanlı fakat disiplinsiz
bir haçlı kitlesi düzensiz bir vaziyette Belgrat, Niş, Sofya, Filibe ve Edirne yoluyla
İstanbul'a gelmiş ve 6 Ağustos 1096'da Bizans İmparatoru Alexios Kommenos tarafından Anadolu
yakasına geçirilmiştir. Savaş disiplininden uzak bu haçlı kitlesi Eylül 1096'da Anadolu
Selçuklu Sultanı I. Kılıç Arslan tarafından bozguna uğratılmıştır.
Bu haçlı sürülerinin Kılıç Arslan tarafından imha edilmesi üzerine Avrupa'da prensler, dükler
ve zırhlı askerlerden oluşturulan ordularla yeni bir hareket başlatılmıştır. Birincinin
aksine tam bir disiplin içinde bulunan bu ordular savaş kabiliyeti yüksek şövalyelerden
oluşuyordu. Meşhur kontların idaresinde dört kol halinde harekete geçen yeni haçlı
kuvvetleri 1097'de yine İmparator Alexios tarafından Anadolu'ya geçirildi. Mayıs 1097'de
İznik'i kuşatan Haçlılar müstahkem surlarla çevrili şehri sıkıştırmaya başladılar. Anadolu
Selçuklu Sultanı Kılıç Arslan bu sırada Malatya'da bulunuyordu. Üstün haçlı kuvvetleri
karşısında başarılı olamayacaklarını anlayan müslüman askerler şehri Bizans kumandanı
Butumites'e teslim etmek üzere müzakerelere başladıkları sırada Kılıç Arslan gelince
teslimden vazgeçerek haçlılarla kanlı bir mücadeleye girdiler. Selçuklu sultanı I. Kılıç
Arslan ordusunu İznik hisarı önündeki ovada savaşa soktu. Çok çetin geçen bu çarpışmalar
sırasında her iki tarafın da ağır kayıpları oldu. Sonunda Kılıç Arslan İznik'i kendi
mukadderatına bırakarak haçlıları dağlık bölgelerde ve geçitlerde sıkıştırmak gayesi ile
geri çekildi. Haçlılar şiddetli hücumlar sonunda İznik'i ele geçirerek Bizans'a teslim
ettiler.
(19 Haziran 1097). Kılıç Arslan böylece yalnız başkentin değil oradaki asker ve hazinelerini
de kaybederken haçlı kuvvetleri de Eskişehir istikametinde ileri harekâta devam ettiler. 30
Haziran 1097'de Eskişehir ovasında Haçlıları tekrar sıkıştıran Kılıç Arslan arkadan yetişen
zırhlı birlikler karşısında geri çekilmek zorunda kaldı. Anadolu içlerine çekilirken de
muhtelif yörelerdeki Türk birliklerini kendisine katılmaya çağırdı. Bu arada Danişmend Gazi
ve Kayseri bölgesi emiri Hasan ile ittifak yaptı.
Haçlılar Eskişehir ovasında birkaç gün dinlendikten sonra Bizanslıların tavsiyesine uyarak
Konya'ya doğru yola çıktılar. Türk birlikler zaman zaman yaptıkları baskınlarla Haçlılara
ağır kayıplar verdirdiler. Hâçlılar Ağustos ortalarında Konya'ya varıp Meram'da bir süre
dinlendikten sonra Ereğli'ye hareket ettiler. Kılıç Arslan bu sırada tekrar haçlıların
karşısına çıktı fakat savaşa girmeye cesaret edemedi. Haçlılar Ereğli de iki kola
ayrıldılar. Bir kısmı Kilikya istikametinde yola devam ederken büyük bir bölümü de
Kayseri'ye yöneldi. Emir Hasan yol boyunca Haçlılarla kahramanca savaştıysa da müslümanların
Kayseri'yi boşaltmalarına engel olamadı. Haçlılar Kayseri'yi geçip Göksün ve Maraş yoluyla
Antakya'ya doğru ilerlediler.
Ana Haçlı ordusu Konya Ereğli'sine vardığı sırada Kilikya'ya giden Baudouin de Boulogne,
Maraş'ta birleşik haçlı ordusuna katılmış ve daha sonra Antakya istikametinde ilerleyen
ordudan tekrar ayrılarak Urfa bölgesine gitmiştir. Telbâşir'de bulunduğu sırada kendisine
yapılan davet üzerine Urfa'ya hareket etmiş ve 10 Mart 1098'de Urfa Haçlı Kontluğu'nu
kurmuştur. Antakya'ya varan haçlı kuvvetleri ise burçlardan birini korumakla görevli Ermeni
asıllı Firûz ile anlaşarak 3 Haziran 1098'de şehri işgal etmişler ve burada Antakya
prensliğini, kurmuşlardır.
Haçlıların Suriye bölgesine inmeleri ve müslümanların mallarına ve canlarına kastetmeleri
sebebiyle beliren hoşnutsuzluk üzerine halife Mustazhir Sultan Berkyaruk'a bir elçi gönderdi
ve ordularının gücü kuvveti artmadan haçlılara karşı cihad için gerekli hazırlıklarda
bulunmasını istedi. Berkyaruk da askerlerine "Amîdu'd Devle ile birlikte cihada çıkmalarını
emretti (491/1097-1098). Hille Arap emîri Sadaka da aynı maksatla harekete geçti ve öncü
birliklerini Enbar'a gönderdi. Fakat haçlıların çok büyük bir orduya sahip olduğu duyulunca
müslümanların cesareti kırıldı. Bu durum Frankların Suriye'de iyice yerleşmeleri ve daha
ileri bir harekâta devam ederek Kudüs'ü işgal etmeleriyle neticelenecektir.
Kudüs, Tâcu'd-Devle Tutuş'un hâkimiyetinde idi. Bilâhere Artuk oğlu Sokman'a ikta' etmişti.
Haçlıların Antakya'yı işgalini ve bütün müslümanları kılıçtan geçirmelerini fırsat bilen
Fâtımîler Efdal b. Bedru'l-Cemâlî'nin komutasında gönderdikleri ordu ile Kudüs'ü muhasara
ettiler ve mancınıklarla taş yağmuruna tuttular. Şehri kırk gün koruyan Artukoğlu İl-Gazi ve
Sokman sonunda Kudüs'ü onlara teslim etmek zorunda kaldılar.
Haçlılar Antakya'dan sonra asıl hedefleri olan ve Fâtımî emîri İftihâru'd devle tarafından
idare edilen Kudüs'e yöneldiler. Aç ve perişan bir halde olan bu kutsal şehri günlerce
muhasara ettiler. Nihayet 15 Temmuz 1099 tarihinde ele geçirdiler. Bir kısım müslümanlar
Mihrab-ı Davud'a sığınıp 3 gün mücadele verdiler, fakat daha sonra eman ile teslim olmak
zorunda kaldılar. Franklar Mescid-i Aksâ'da yetmiş bin müslümanı kılıçtan geçirdiler. Altın
ve gümüş kandillere, sayısız denecek kadar değerli eşyaya sahip oldular. Böylece hedeflerine
ulaşan haçlılar Kudüs'te Lâtin Devleti'nin ilk krallığını kurdular.
Bu müslüman katliamı karşısında Kadı Ebu Sa'd el-Herevî başkanlığında Suriye'den gelen heyet
müslümanların acıklı vaziyetlerini gözler önüne serip yardım diledi. Halife gözleri yaşartan
ve gönülleri ürperten bu durum karşısında Kadı Ebu Muhammed ed-Damağânî, Ebu Bekr eş-Şasî,
Ebu'l-Kasım ez-Zencânî, Ebu'l-Vefâ b. Ukayl, Ebû Sa'd el-Hulvânî, Ebu'l-Hüseyn b. Semmâk'ı
emirleri ve mü'minleri cihada teşvik etsinler diye gönderdi ise de çoğu yaşlılık ve
hastalığım bahane etti. Bunlardan Ebu'l-Vefâ, Ebû Sa'd el-Hulvânî ve Ebu'l-Hüseyn Hulvân'a
geldiklerinde Sultan Berkyaruk'un veziri Mecdu'l-Mülk'ün katledildiğini duyup geri döndüler.
Böylece bu hayırlı teşebbüsten de hiç bir şey elde edilemedi. Sultan Berkyaruk ve diğerleri
taht kavgalarından fırsat bulup da bu konularla ilgilenemediler.
Hz. Ömer'in Kudüs'ü fethettiği zaman hristiyan halka can ve mal emniyeti, din ve vicdan
hürriyeti tanıdığını ve onlara nasıl İslâmî ve insanî bir muamelede bulunduğunu bilenlerin
onun bu âlicenap hareketiyle hristiyanların Kudüs'ü işgal ettikleri zaman sergiledikleri
vahşice davranışları birbirleriyle mukayese ederek Hz. Ömer'in bu asilce davranışı
karşısında saygı ile eğilmeleri gerekir. Ama bu gibi olaylar İslam'ın ve müslümanların
merhametli davranışları ile İslâm düşmanlarının gaddarca tavırlarının karşılaştırmak
arasında son derece önemlidir.