Men etmek ve kısıtlamak. Aynı. kökten hicr; akıl, yakınlık, hısımlık, men etmek ve himaye anlamına gelir. Terim olarak hacr; İnsanı maldan tasarruftan men etmektir. Hanefîlerin tarifi şöyledir: Hacr; bir kimseyi belli sebeplerden ötürü kavlî tasarruflarından ve yaptığı akitlerin bağlayıcı olmasından alıkoymaktır. Hacr altında bulunan kimseye "kısıtlı (mahcûr)" denilir. Kısıtlı kimse satım veya hibe gibi bir akdi veya kavlî tasarrufu bizzat yapsa, bu bağlayıcı olmaz. Buna bir hüküm gerekmez ve kabzla mala mâlik olunmaz. Kısıtlık daha çok sözlü tasarruflarda etkisini gösterir. Fiillerde hacr tasavvur olunmaz. Çünkü vuku bulmuş olan fiili kaldırmak mümkün değildir. Kısıtlının yapacağı akit mevkûftur. Yani geçerli olması hukukî temsilci olan velî veya vasînin icazetine bağlıdır (İbn Âbidîn, Reddü'l-Muhtâr, Mısır 1307, V, 97, 99,108; el-Meydânî, el-Lübâb, II, 66). Şâfiî ve Hanbelîlere göre, hacr; Kişiyi belli ehliyet arızalarından dolayı mâlî tasarruflardan alıkoymaktır. Bu men, küçük, akıl hastası ve sefîhte olduğu gibi ya şer'î bir hüküm şeklinde olur veya peşin konuşulan satış bedelini ödemeyen müşteriyi, hâkimin kendi malında tasarruftan alıkoyması tarzında ortaya çıkar (İbn Kudâme, el-Muğnî, V, 465).
Kişiyi hacr altına almanın meşrûluğu Kitap ve Sünnete dayanır. Âyetlerde şöyle buyurulur: "Allah'ın sizi başına diktiği mallarınızı beyinsizlere vermeyin. Kendilerine bunlardan yedirin, giydirin onlara güzel söyleyin" (en-Nisâ, 4/5). Cenab-i Hak bu âyette, velîlere mallarını sefîhlere vermelerini yasaklamaktadır., Bu, onları mallarında tasarruftan alıkoymak anlamına gelir. Başka bir âyette şöyle buyurulur: "Yetimleri nikâh çağına erdikleri zamana kadar gözetip deneyin. Kendilerinde bir olgunluk (rüşd) görürseniz, mallarını onlara teslim edin" (en-Nisâ, 4/6). Burada, yetimlerin mallarını koruyup koruyamayacaklarını anlamak için onların denenmesi istenmektedir: Âyet, rüşd'ten önce malların onlara teslimini yasaklamaktadır. Diğer bir âyette de şöyle buyrulur: "Eğer üstünde hak bulunan borçlu bir beyinsiz (sefîh) veya zayıf akıllı olur, yahud da bizzat yazdırmaya gücü yetmezse, velisi dosdoğru yazdırsın" (el-Bakara, 2/282). Burada, borcu yazdırmaya, onu bir teminata bağlamaya gücü yetmeyen borçlunun yerine bu görevi velisinin yapması istenmektedir.
Hz. Peygamber, Muaz (r.a.)'ı mal, konusunda hacretmiş, Hz. Osman da (ö. 35/655), malını saçıp savurması yüzünden Abdullah b. Ca'fer'i tasarruflarında kısıtlamıştır (eş -Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, V, 245).
Kişiyi hacr altına almanın iki sebebi olabilir. Ya şahıs kendisi veya malı bakımından korunur, yahut da başkalarının menfaatı gözetilir. Akıl has tası, küçük, sefih ve malını saçıp sa vuran kişinin kısıtlanması kendi yaran içindir. İflâs eden borçlunun kısıtlanması, alacaklıların; Ölüm hastasının kısıtlanması ise, terekenin üçte birinden fazlasında mirasçıların haklarını korumak amacına yöneliktir.
Hacr'i gerektiren sebeplerin bir bölümü üzerinde İslâm hukukçularının görüş birliği vardır. Bir bölümü ise tartışmalıdır.
İslâm hukukçuları tarafından ittifakla kabul edilen hacr sebepleri şunlardır: Küçüklük (sığâr, sabâvet), Âkıl hastalığı (cünûn), bunaklık (ateh), kölelik (rikk), umuma zarar verme (zarar-ı ûmm), ölüm hastalığı (maradu'l-mevt).
Ebû Hanife (ö. 15/767) ve diğer bazı hukukçulara göre, sefihlik (sefeh, sefâhet), aptallık (beleh, belahat, gaflet) ve borç (deyn) hacr sebebi değildir. Bu sonuçları hacr sebebi sayanlara göre, bunun ayrıca hâkim kararına dayanması gereklidir. Umûma zarar verenlerin durumu da aynı hükme tabidir. Küçüklük, akıl hastalığı, bunaklık ve kölelik ise, hâkim kararına gerek olmaksızın, kendiliğinden hacr sebebi olarak ortaya çıkar.
1. Küçüklük
Hanefi ve Malikîlere göre küçükler, mümeyyiz ve gayri mümeyyiz olmak üzere ikiye ayrılır. Gayri mümeyyiz çocuk yedi yaşından küçük olanlar, mümeyyiz de yedi yaşla büluğ çağı arasındaki çocuklardır: "Yedi yaşına girdikleri zaman çocuklarınıza namaz emredin"(Ebû Dâvûd, Salât, 26; Ahmed b. Hanbel, II,180,187). Mümeyyiz iyi ile kötüyü, almakla vermeyi, satmakla satın almayı birbirinden ayırdedebilen bir fikrî, zihnî ve beden olgunluğuna ulaşan kimsedir. Yukarıdaki hadis, bunun yedi yaşından itibaren başladığına işaret eder. Beşerî hukukta, mahkemelerde küçüklerin herhangi bir haksız fiilden sorumlu olup olmadıklarını tayin için, doktora muayene ettirilmesi, özellikle fakir ve mümeyyiz olup olmadıklarının adlî tıp müessesinden sorulması yoluna gidilmektedir.
Tasarruflar fiille veya sözlü olur. Gasb veya itlaf gibi fiillerin küçük ve akıl hastasının hacr altına alınmasında bir etkisi olmaz. Telef edilen şeyin tazmini gerekir. Çünkü hacr, fiiller üzerinde değil, yalnız sözler üzerindedir. Bu sebeple, gayri mümeyyiz küçüğün bütün tasarrufları bâtıldır. Onun eda veya tasarruf ehliyeti yoktur. Çünkü akıl ve temyiz gücüne sahip değildir. Bu yüzden, onun rıza ve kastı söz konusu olmaz. Tasarruf; küçüğe yararlı olsun veya zararlı bulunsun yahut da yararla zarar arasında bir özelliğe sahip olsun hüküm değişmez.
Mümeyyiz küçüğün tasarrufları üçe ayrılır:
a- Tamamen yararına olan tasarruflar geçerlidir. Hibbe, sadaka ve vasiyeti kabulü veya mübah malları mülk edinmesi gibi. Başkasına vekil sıfatıyla alış-veriş, nikâh, talâk, dava ve tesellüm gibi tasarrufları da geçerlidir. Bunlar, çocuğun yetişmesine yardımcı olur ve muhtemel zarar müvekkile aittir.
b- Tamamen zararına olan tasarruflar geçersizdir. Hibbe, sadaka, vakıf, âriyet, borca keffâlet ve talâk gibi. Bunlar, onun adına velisi tarafından da yapılamaz.
c- Hem menfaate, hem de zarara ihtimali bulunan tasarruflar. Alış-veriş, kiraya vermek, kiralamak, rehin vermek ve almak gibi. Ancak, bu tasarruflar velinin iznine bağlı olarak meydana gelir. Veli icazet verirse akit yürürlük kazanır, vermezse ortadan kalkar. Velî, fâhiş gabin derecesinde, küçüğün aleyhine olan tasarrufa icazet veremez. Diğerlerinde küçük için maslahat olup olmadığını araştırır ve buna göre karar verir.
Şâfiî ve Hanbelîlere göre ise, mümeyyiz veya gayr-i mümeyyiz küçüğün mâlî tasarrufları bâtıldır. Ancak Şâfiîlere göre, mümeyyiz küçüğün tasarrufları, velî izin verse bile geçerli olmaz. Hanbelîler aksi görüştedir. Velinin izin verdiği konularda, mümeyyiz küçük üzerinde hacr kalkar.
Mümeyyiz küçüğün, namaz, oruç, hac gibi ibadetleri yapması buluğdan önce farz değilse de edası sahihtir ve sevabı ana baba ile bunların yapılmasına vesile olanlara gider (el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi Beyrut 1910, VII, 171; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, VII, 310 vd; el-Meydânî, a.g.e., II, 67; İbn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid, II, 278).
İslâm hukukçuları, rüşd çağına ulaşmadıkça, çocuğa malının teslim edilmemesi gerektiğinde görüş birliği içindedir. Çünkü Cenab-ı Hak, mallarını onlara teslimi için büluğ ve rüşdü şart koşmuştur (en-Nisâ, 4/6).
Rüşd sözcükte; ma'kul davranmak, doğru yolu bulmak anlamına gelir. Mecelle'deki tarifi şöyledir: "Rüşd, malın muhafaza hususunda takayyüd ederek sefeh ve tebzirden tevakki eden kimsenin vasfıdır" (mad. 946. 947). Küçük, büluğa reşid olarak ulaşırsa; malı kendisine verilir ve üzerinden hacr kalkar. Ancak mal teslim edilirken şahit bulundurmak, daha sonra çıkabilecek anlaşmazlıkları önler. Âyette şöyle buyurulur: "Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman, verdiğinize dair şahit tutun" (en-Nisâ, 4/6). Çoğunluğa göre, böyle bir kimseden hacrin kalkması hâkim kararını gerektirmez (el-Kâsânî, a.g.e., 170; İbn Rüşd, a.g.e., II, 277; İbn Kudâme, a.g.e., IV, 457 vd).
Mümeyyiz küçük büluğ çağına, reşid olmaksızın girerse malı kendisine teslim edilmez. Aptallık sebebiyle hacri devam eder. Nisâ sûresi altıncı âyette buna işaret vardır. Saîd b. Cübeyr (ö. 95/713); "Kişi sakalından tutulur ama reşid olmayabilir" demişlerdir. Sefâhet devam ettikçe kişi altmış yaşına da girse hüküm değişmez. Âyette şöyle buyurulur: "Allah'ın, yaşayışınızın sebebi kıldığı mallarınızı, aklı zayıf olanlara (süfehâ) vermeyin" (en-Nisâ, 4/5).
Ebû Hanife'ye göre, reşid olmadan büluğa erenler yirmi beş yaşına kadar hacr altında kalırlar. Sonra reşid olmasa da malları kendilerine verilir. Aksi halde, insanın şerefi ayak altına alınmış olur. Âyette şöyle buyurulur:
"Yetim, rüşdüne erinceye kadar, onun malına en güzel yolun dışında yaklaşmayın" (el-En'âm, 6/ 152). Yirmibeş yaş, dede olabilecek bir yaş olup, kişi bu yaşta son olgunluk çağına ulaşmış bulunur. Tasarruftan alıkoymanın amacı te'diptir. Bu yaştan sonra çoğunlukla te'dip gerçekleşmez (el-Kâsânî, a.g.e., VII, 171; İbnü'l-Hümâm, a.g.e., VII, 316; el-Meydânî, a.g.e., II, 69).
2. Akıl Hastalığı
Akıl ve temyiz kabiliyeti arızalanınca edâ ehliyeti dayanaksız kalır ve ortadan kalkar. Burada önemli olan husus, tasarruf sırasında temyiz kabiliyetinin bulunup bulunmadığıdır. Bu yüzden akıl hastalığı sürekli ve süreksiz diye ikiye ayrılır.
a- Sürekli akıl hastalığı (mecnûn-ı mutbak). Bunlar gayr-i mümeyyiz küçükler gibi tamamiyle ehliyetsizdirler. Hiçbir kavlî tasarrufları geçerli olmaz. Velâyet yetkileri kalkar. Sadaka ve hibe gibi teberruları geçerli olmaz. Alım-Satım, ikrar, talâk gibi tasarrufları ve tüm akitleri bâtıl olur. Ancak hâmile bırakma ve başkasının malını telef etme gibi fiilleri, hukukî sonuçlarını doğurur. Şahıs ve mal aleyhine vereceği zarar tazmin edilir. .
b- Süreksiz akıl hastalığı (mecnûn-i gayri mutbak). Bunlar, akıl hastalığı sürekli olmayan, ara sıra iyileşen hastalardır. Hasta, aklı başında iken yaptığı hukukî tasarruflardan sorumludur. Yeter ki, o işi yaparken temyiz kudretinin bulunduğu sâbit olsun. Meselâ; epileptiklerin iki nöbet arasındaki zamanda aklı başındadır. Uykuda gezenler (seyr fi'l-menâm) diğer zamanlarda mümeyyizdirler. Melankolik ve nevrastenik kimselerin durumu da böyledir (el-Merginânî, el- Hidâye, mısır 1936, III, 204; el-Mevsilî, el-İhtiyâr, Mısır 1951, II, 94, 95; Mecelle, mad. 979 980; ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmi ve Edilletüh, Dimaşk 1985, V, 437).
3. Bunaklık
Bunak (ma'tuh); akıl ve şuuru bozulmuş, anlayışsız ve konuşması karışık olmakla birlikte, akıl hastası gibi rast geldiğine sövüp sataşmayan kimsedir. Bunaklık doğuştan veya sonradan olabilir. Bunama, ileri derecede ise, bunak gayri mümeyyiz sayılır ve akıl hastası gibi olur. Bütün tasarrufları geçersizdir. Bunama hafif olur ve bunak temyiz gücüne sahip bulunursa, Hanefî ve Mâlikîlere göre, zararlı tasarrufları bâtıl, yararlı olanlar sahîh, zararla yarar arasında yeralanlar ise velisinin icâzetine bağlı (mevkûf) bulunur. Bu, mümeyyiz küçük gibi olur (el-Kâsânî, a.g.e., VII,170; İbnü'l-Hümam, a.g.e., VII, 310, 313; el-Meydânî, a.g.e., II, 66 vd; İbn Abidîn, a.g.e., V,100 vd; Molla Hüsrev Daru'l-Hukkâm, İstanbul 1317, II, 275).
4. Kölelik
Köleliğin sebebi savaş ve esirliktir. Kölelik arizi bir haldir. İslâm, çeşitli yollarla köle azadını teşvik eder. Köle cezaların yarısını çeker. Köle ve cariyenin efendisinin izni ile evlenme hakkı vardır. Akrabalık ile kölelik bağdaşamaz. Köle, namaz, oruç, gibi bedenî ibadetlerle yükümlüdür. Fakat hacla yükümlü değildir. Kölelik, mal edinmeye, mirasa, şehâdet, velâyet, kaza ve hilâfet gibi tasarruflara engeldir (Bilmen, İstilâhât-ı Fıkhiyye Kâmusu, İstanbul 1967, I, 232, 233).
5. Ölümle sonuçlanan hastalık (maradu'l-mevt)
Bir hastalığın, ölümle sonuçlanan hastalık sayılması için, genellikle ölüme götüren cinsten olması ve ölümün araya sağlık girmeden bu hastalığa bağlı olarak meydana gelmesi gereklidir (Mecelle, mad.1595). Bir hastalık, temyiz gücü devam ettiği sürece aslında ehliyetleri ortadan kaldırmaz. Ne Allah ve ne de kul hakları düşmez. Namaz, Zekât ve borçların düşmemesi gibi. Ancak Allah hakkı olan yükümlülükler kudretle sınırlı olduğu için, meselâ hasta, namazını ayakta kılmazsa, oturarak veya ima ile kılar. Oruç tutamazsa iyileşince kaza eder, iyileşme ümidi yoksa tutamadığı oruçların yerine fidye verilir.
Mirasçıların hakkını korumak için, ölüm hastasını hacr altına almanın cevazında mezhep imamları görüş birliği içindedir.
a- Hastanın borcu servetine denk veya daha fazla ise her çeşit teberru ve vakıf tasarrufunda mahcûr sayılır. Alacaklılar razı olmadıkça bu tasarruflar yürürlük kazanamaz. Borcu malından az ise (artan malı üzerindeki teberruları) kalan malın üçte birini geçmediği takdirde muteber olur, geçerse mirasçılarının rızasına bağlı olur.
b- Borcu yoksa, yine malının üçte birinden fazlasını teberru edemez. Bir de mirasçılara hibe yapamaz. Bütün bunlar mirasçıların rızası olmadıkça yürürlük kazanmaz.
Ölüm hastasının şahsı veya ailesi ile ilgili nafaka, tedavi masrafı vb. tasarrufları başkasının icazetine bağlı olmaksızın yürürlük kazanır (el-Merginânî, a.g.e., III, 137, IV,171; Mecelle, mad. 877, 880, 1595, 1605)
6. Sefâhet
Sefih; aklı başında, temyiz gücü tam olmasına rağmen malı üzerinde akıl ve mantık dışı tasarruflarda bulunan kimsedir. Malını yerli yersiz saçıp savurur. Ebû Hanife bunların hacrini câiz görmez. Ebû Yusuf, İmam Muhammed, İmam Şâfiî, Mâlik ve Ahmed b. Hanbel'e göre, bunların, mallarını telef etmelerini önlemek için hacredilmeleri gerekir. Uygulama bu sonuncu görüşe göre olmuştur. İmam Muhammed, bunların hacrinde hâkimin hükmünü gerekli görmez.
Sefihler, her türlü ibadet ve tekliflere muhataptırlar. Evlenme, boşanma gibi, rucû edilmeyen kavlî tasarrufları geçerlidir. Bunun dışındaki tasarrufları mümeyyiz küçüğün tasarrufları gibidir (es-Serahsî, el-Mebsût, Kahire 1324, 1331, XXIV, 168; İbn Abidîn, a.g.e., V, 101, 102).
7. Aptallık (beleh)
Alış-verişlerinde, ellerinde olmaksızın fâhiş bir şekilde aldanan iyi kalbli ve şuuru bozuk kimselerdir. Bunlar hüküm bakımından, malı telef ve israftan ötürü hacredilen sefihlerin aynıdır. Hâkim isterse bunları hacreder (el Merginânî, a.g.e., III, 207; Mecelle, mad. 946).
8. Borçluluk
Borçlular üçe ayrılır: Mâlî durumu iyi olduğu halde borcunu vermek istemeyen ve onu sürekli geciktiren kimse. Malı borcuna denk veya borcundan daha az olanlar. Ödeme güçlüğü çeken ve elinde hiçbir karşılığı bulunmayan kimse.
Ebû Hanife'ye göre, borçlular hacredilmez. Hâkim bunların mallarını satamaz. Varsa para ve borç cinsinden mallarını alacaklılarına istihsanen verebilir. Mal satılıp borç ödenmezse, hâkim alacaklıların isteği üzerine borçluyu hapseder. Ebû Yusuf, İmam Muhammed ve öteki üç mezhebe göre, borçlular, alacaklıların isteğiyle hâkim tarafından hacredilir.
Mâlî durumu iyi olan borçlular, mallarını satıp borçlarını ödemekten kaçınırlarsa, hâkim onların mallarından yeteri kadarını satar ve bedelini alacaklılara dağıtır. Ancak hâkim, borçlunun âilesi için zarûrî ihtiyaçlarından olan yiyecek, bir iki kat elbise gibi giyecek, mesken ve benzerlerini satamaz (el-Meydânî, a.g.e., II, 20; İbn Âbidîn, a.g.e., V, 101).
9. Umuma zarar verenler
Bunlar aslında kavlî tasarruflarından alıkonmaz, fakat hacir olarak meslekten men edilirler. Topluma zararlı kimselerden bazıları şunlardır: Sapık Müftî; Böyle müftîler halkı saptırmamaları için fetva vermekten men edilirler. Câhil tabipler; Bunlar halkın sağlığını tehlikeye sokacakları için meslekten men edilirler. Bu gibi yasaklamalar, "İyiliği emir ve kötülüğü nehiy" türündendir. Mecellenin 26. maddesinde "Zarar-ı ümmü def için zarar-ı has ihtiyar olunur" denilmektedir (es-Serahsî, a.g.e., XXIV,157; el-Merginânî, a.g.e:, III, 205; İbn Âbidîn, a.g.e., V, 101).
Hacri gerektiren sebepler ortadan kalkınca hacr de kalkar. Buna göre, sefih aklını başına alıp malını korumaya başlayınca, akıl hastası ve bunak iyileşince, borçlu malını satıp borcunu verince, ölüm hastası ölmeyip iyileşince, umuma zarar veren kimse, kendisini ıslah edip zararsız hale gelince ve mümeyyiz küçük reşid olarak, büluğ çağına ulaşınca hacr kalkmış olur (M. Muhyiddin Abdülhamid el-Ahvâlü'ş-Şahsîyye, Mısır 1958, s. 433, 434).
Şamil İA