Hakkın Çeşitleri
Hak, çeşitli bakımlardan kısımlara ayrılır. Hak sahibi açısından üçtür. Allah hakkı, insan
hakkı ve müşterek hak.
1. Allah hakkı (hukukullah):
Allah hakkı; kendisiyle Allah'a yaklaşmak, O'nu yüceltmek ve
dininin prensiplerini veya topluma ait menfaatlerin gerçekleştirilmesi kastedilen haklardır.
Bunlar, karşılığının büyüklüğü ve yararının geniş olması yüzünden Allah'a nisbet edilmiştir.
Allah hakkı sayılan başlıca fiil ve ibadetler şunlardır: Namaz, oruç, hac, zekât, cihâd,
emr-i bi'l ma'ruf ve nehy-i ani'l münker (iyiliği emretmek, kötülüğü yasaklamak), adak,
yemin, hayvan keserken veya her iyi işe başlarken besmele çekmek gibi ibadetler. Suçlardan
sakınmak, zina, zina iftirası (kazf), hırsızlık, yol kesme ve içki içme cezası gibi
hadlerle; diğer ta'zir cezalarını uygulamak; nehir, yol, mescid gibi genel irtifak (ortak
kullanım) haklarını korumak.
Allah haklarının hükümleri şunlardır: Allah haklarının af, sulh veya kaldırma ile düşürülmesi
yahut değiştirilmesi caiz değildir. Meselâ; hırsızlık cezası, iş hâkime intikal ettikten
sonra, çalınan malın sahibinin affetmesi veya onun hırsızla anlaşması hâlinde bile düşmez.
Ancak bazı Hanefî fakihleri hırsızlık cezasının tatbikini husûmet ve davanın varlığına
bağlamıştır. Bu ise, tamamen kul hakkına ait bir özelliktir. Yine zina cezası, kocanın veya
başkasının affetmesi yahut kadının kendisini mübah kılmasıyla düşmez. Allah hakları mirasla
geçmez. Bunun bir sonucu olarak, mirasçılar, miras bırakanların yapamadığı ibadetlerden
ancak vasiyyet etmeleri hâlinde sorumlu olabilir. Bunların ödemediği zekât borçlarını,
mirasın üçte birinden ödenmesini vasiyet etmesi gibi. Yine mirasçı, vârisin işlediği suçtan
sorumlu tutulamaz. Diğer yandan bir kimse defalarca zina etse, defalarca hırsızlık yapsa,
her defasında cezalandırılmamışsa, tek ceza yeterli olur. Çünkü cezadan maksat, menetmek ve
alıkoymaktır. Bu maksat, bununla da gerçekleşir. İşlenen suçların cezalarını uygulamak
hâkime ait bir görevdir. Hâkim (kâdî) ibadetleri terkeden veya bu konuda tenbellik
gösterenleri te'dip eder, suç işleyenlere had ve ta'zîr cezalarını tatbik eder (es-Serahsî,
el-Mebsût, IX, 185; el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanayi; VII, 52 vd.; Ebû Zehra, Usûlü'l-Fıkh,
Kahire (t.y), s. 324-326; ez-Zühaylî, a.g.e, IV, 13, 14).
2. İnsan hakkı(hukuku'l-ibâd):
Bunlar, özel olarak fertlerin maslahatını korumayı hedef alan haklar olup, bazı hallerde hak
sahibine bir bedel verilir veya düşebilir. Kul hakları ya genel olur. Kişinin sağlığını,
çocukları ve malları korumak, güvenliği sağlamak, suç ve düşmanlıklara engel olmak ve
devlete ait genel irtifak haklarından yararlanmak gibi. Yahut nitelikte olur. Mâlikin
mülkünde hakkını gözetmek, satıcının semende (sâtış bedeli) alıcının maldaki hakkı, kişinin
telef edilen malının bedeli ve gaspedilen malın geri verilmesi konusundaki hakkı, kadının
kocası üzerindeki nafaka hakkı, annenin küçük çocuğu üzerindeki bakım yani (hıdâne) hakkı ve
babanın çocuğu üzerindeki velâyet hakkı, özel nitelikli kul haklarındandır.
İnsan haklarında, hak sahibinin af, sulh, ibra ya da mübah kılma yollarıyla hakkı düşürmesi
mümkün ve caizdir. Bunlarda miras cereyan eder. Tedâhül hükümleri uygulanmaz. Yani insan
hakkı aleyhine işlenen her suç için ayrı ceza gerekir. Ayrıca bu çeşit cezanın uygulanması
hak sahibinin veya velisinin şahsi şikâyetine bağlıdır.
3. Müşterek hak:
Allah ve insan hakkı, ikisi bir arada bulunan haklara müşterek hak denir. Ancak bunları
bazılarında kul hakkı üslün olur. Meselâ; boşanan kadının iddetinde bu iki hakkı bir arada
görmek mümkündür. Onda Allah hakkı vardır, çünkü amaç neseplerin karışmasını önlemektir. Kul
hakkı yönü vardır, çünkü, çocuğun nesebini korumak da söz konusudur. Ancak Allah hakkı daha
üstündür. Çünkü nesepleri korumada toplumun genel menfaati vardır. Yine insanın hayatını,
aklını, sıhhatini ve malını korumada iki hak vardır, fakat Allah hakkı, toplum menfaatinin
umûmî olması yüzünden daha üstündür. Zina isnadında bulunup ta bunu dört şahitle ispat
edemeyen kimseye seksen değnek vurma cezasında (kazf) da iki hak vardır, iftiraya uğrayandan
âr ve ayıbı kaldırmak, şeref ve itibarını iâde etmek kul hakkıdır. İnsanları ırz ve
iffetlerini korumak ise Allah hakkı olup, bu daha üstündür. Ancak İmam Şâfiî'ye (Ö. 204/819)
göre, kazf haddi hâlis kul haklarındandır. Bu kabil haklar hüküm bakımından Allah haklarına
dahildir (es-Serahsî, a.g.e, IX, 112; el-Kâsânî, a.g.e., VII, 52, 56; İbnü'l-Hümâm"
Fethu'l-Kadîr, Kahire (t.y), IV, I94; Ebû Zehra. a.g.e, s. 324-326).
Kul hakkı üstün olan hakların başında kısas ve diyet gelir. Toplumu katl suçundan temizlemek
Allah hakkı, maktûlün velisinin kinini dindirmek ve onun gönlünü hoş etmek ise kulun
hakkıdır. Bu hak daha üstündür. Çünkü kısas mümâselet (benzerlik) üzerine bina edilmiştir.
Âyette şöyle buyrulur: "Biz Tevrat'la göze göze, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ile
kısas yapılır" (el-Mâide, 5/45). Kısasta kul hakkı üstün olduğu için kişinin bu gibi
cezaları affetme yetkisi vardır. Hatta bu konuda af teşvik edilmiştir. Kur'ân'da şöyle
buyrulur:
"Ölenin kardeşi (velisi) tarafından bağışlanmışsa, öldürene, örfe uymak ve ona güzellikle
diyet ödemek vardır" (el-Bakara, 2/178). Mağdur tarafın hakkı şu âyette açıkça ifâde
edilmiştir: "Haksız yere öldürülenin velisine bir yetki tanıdık. Artık o da, öldürme
konusunda aşırı gitmesin. Çünkü kendisi yardım görmüştür"(el-İsrâ., 17/33).
Gerçek kişiye ait kul hakları, hak sahibi dikkate alınarak, düşürmeye (iskat) elverişli olup
olmaması bakımından ikiye ayrılır.
l. İskata elverişli haklar. Şahıs haklarının hepsi, aynî (eşya) hakların aksine iskata
elverişlidir. Kısas, şuf'a ve muhayyerlik hakkı gibi. Hakkı düşürmek ivazlı (bedel
karşılığında) veya ivazsız olabilir.
2. İskata elverişli olmayan haklar. Kadının, kocasının evinde geceleme ve geleceği ait nafaka
hakkını, müşterinin malı görmeden önce, görme muhayyerliği hakkını, şuf'a hakkı sahabinin
(şefi') satışından önce hakkını düşürmesi ile bütün bu haklar düşmüş olmaz. Baba veya dede
küçük çocuk üzerindeki velâyet hakkını düşürse, bu tasarruf hukuki sonuç doğurmaz. Çünkü bu,
şahsa bağlı özlük haklarındandır. Ebû Yusuf'a göre, vakfedenin vakıf mal üzerindeki velâyet
hakkı da böyledir. Yine, cayılabilir(ric'i) talakla boşanan erkeğin, karısına dönme (ric'at)
hibe edenin hibeden dönme, vasiyette bulunanın vasiyetten dönme hakkını düşürmesi
geçersizdir. Annenin küçük çocuk üzerindeki hidâne malı çâlınan hırsızın cezalandırılması
hakkını düşürmesi de sonuç doğurmaz.
Haklar mirasla intikal edip etmemesi bakımından da ikiye ayrılır:
İslâm hukukçuları teminat veya irtifak yahut ta'yin ve ayıp muhayyerliği haklarının miras
yoluyla intikal edeceği konusunda görüş birliği halindedir. Borcu alabilmek için, rehni,
satış bedelini alabilmek için de mebi (satılan malı);hapsetmek ve borca kefil isteme hakkı,
teminat kabilindendir. Hakku'l-Mecra ve Hakku'l-Mesil yani sulama ve geçiş hakkı ise irtifak
haklarındandır. Şart ve görme muhayyerliği, borcun vadesi ve ganimet üzerindeki hakkın
taksimden önce mirasçılara geçip geçmeyeceği ihtilaflıdır.
Hanefilere göre, mücerred hak ve menfaatler mirasla geçmez. Çünkü miras, mevcut bir mal (ayn)
üzerinde cereyan eder. Bunlar ise mal değildir. Borçlar da zimmetle devam ettiği sürece mal
sayılmaz. Bunlar sadece zimmeti işgal eder, fakat gerçek kabızları tasavvur olunmaz. Ancak
bunlara denk olan şeyler kabz edilebilir. Fakat bunlar hükmî mal sayıldığı için mirasla
geçer. Hanefilerin dışındaki fakihlere göre ise; mücerred haklar; menfaat ve borçlar mirasla
geçer. Çünkü bunlar da mal sayılır. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Kim bir mal veya hak
bırakırsa, bu mirasçılarına aittir. Kim Haciz ve bakıma muhtaç yoksul kimseleri bırakırsa
bunlar bana aittir" (Buhârî, Nafakat, I5; Müslîm, Feraiz, 15-17; Ebû Davud Büyu', 9;
Tirmizî, Feraiz, 1; İbn Mace, Feraiz, 9, 13).
Haklar konusuna göre mâlî olan ve olmayan şahsî ve aynî, mücerred olan veya olmayan diye üçe
ayrılır.
1. Mali olup olmamasına göre ikiye ayrılır.
Mali Haklar: Konusu mal veya menfaat olan haklar: Satıcının semende, alıcının mebi' (satılan)
ya da hakkı şufâ hakkı, irtifak hakları, muhayyerlik hakkı ve kiracının kiralanandaki hakkı
gibi.
Malî olmayan Haklar: Bunlar mali yönü bulunmayan haklardır. Kısas hakkı, Nafaka yokluğunda
kadının boşanma veya tefrik (ayrılma hakkı, hidâne ve şahıs üzerinde velayet hakkı gibi).
Siyâsî, temel hak ve hürriyetlerde bu guruba girer.
Şahsî ve aynî haklar:
Şahsî hak; İslâm'ın bir kimse için başkasının üzerine koyduğu haklardır. Bu, bir işi yapmak
veya birbirinden kaçınmak tarzında olabilir. Satıcının semeni, alıcının mebi'i teslim hakkı,
insanın borç veya telef edilen yahut gasb edilen şeylerin bedeli üzerindeki hakkı, karının
veya diğer hısımların nafaka hakkı ile emanete mal verenin, bu malın kullanılmaması
konusunda emanetçi üzerindeki hakkı gibi.
Aynî Hak: İslâm'ın belirli bir şahsa ait kıldığı haklardır. Hak sahibi ile belli bir maddi
eşya arasındaki ilişki böyledir. Belirli bir gayri menkul üzerindeki, geçit, su geçirme gibi
irtifak hakları gibi.
3. Mücerred olan ve olmayan haklar.
Sulh veya ibra yoluyla düşürülünce hiç bir sonuç bırakmayan haklara mücerred hak denir. Şüf'â
hakkı sahibinin şüf'â hakkinı düşürmesi gibi. Düşürüldüğü zaman bir iz (sonuç) bırakan
haklarda mücerred olmayan haklarda Kocanın boşanmakla karısının cinsî yönlerinden yararlanma
hakkını düşürmesi gibi. Bu takdirde kadın serbest kalır ve dilediği ile evlenebilir (Alî
el-Hafıf, Ahkâmü'l-Muâmelâtiş-Şeriyye, s. 38 vd; ez-Zuhaylî, a.g.e. IV, 16 vd).
Haklar, kazaya tabi olup olmaması bakımından dînî ve kazaî olmak üzere ikiye ayrılır:
1. Diyanî haklar. Bunlar kaza velâyeti altına girmeyen haklar olup mahkeme yolu ile takibi
mümkün olmaz. Kişi sadece Rabbi ve vicdanı önünde sorumlu olur. Meselâ, bir kimse, alacağını
hâkim önünde ispat etmekten aciz kalsa, buna hak kazanmış olmaz. Belki borçlunun diyâneten
(vicdanen) borcunu ödemesi gerekir. Resmi makamlarca tescil edilmiş dinî rıikâh akitleri
diyâneten sabit sayılır ve bunlara nafâka, çocukların nesebinin subutî gibi şer'i hükümler
lâzım gelir.
Kazaî haklar. Hâkimin velâyeti altına giren ve hâkim önünde isbatı mümkün bulunan haklardır.
Diyânî hükümler niyete, vâkıaya ve gerçeğe dayanır. Kazaî hükümlar ise, işin dış görünüşüne
göre ortaya çıkar. Bunlar da niyete, işin vâkısına ve gerçeğine bakılmaz. Meselâ, bir kimse
eşini yanlışlıkla (hataen) boşasa, fakat boşamayı kastetmemiş bulunsa, hâkim zâhire göre
hüküm vererek boşanma tasarrufunu geçerli sayar. Kişi Allah'la kendi arasında diyaneten bu
talakın yokluğuna hükmebedilir. Müftî de buna göre fetva verebilir. Çünkü koca, gerçekte
boşamayı kastetmemiştir (ez-Zühaylî, a. g. e., I V, 21, 22).