2-İslam'ın Hakimiyet Yorumu
İslâm'a göre mutlak ve sınırlandırılamaz hâkimiyet yalnızca Allah'ındır. Bu konuda bütün
müslümanlar arasında tam bir fikir birliği vardır. Hûküm koymak Allah'a has bir yetkidir.
Başkalarının bu konuda herhangi bir ortaklığı yoktur. (Şah Veliyullah ed-Dehlevî
Hüccetu'llahi'l-Bâliğa, Beyrut (t.y), I, 62); Hiçbir kimsenin Allah ile birlikte hüküm
koyması sözkonusu değildir. O hükmüne hiçbir kimseyi aslâ ortak etmez. (el-Kehf, 18/26)
İslâm'da hakkın ölçüsü ve yegane hak, Allah'ın kitabı ve Rasûlün sünneti olduğundan, herkesin
bu hükümleri kabul etmesi gerekir. Kim kendiliğinden birtakım sözler ortaya koyar ve kendi
anlayışına göre bazı kurallar ortaya atarsa ve bunu kendi anlayışı hattâ (Kur'ân ve
Sünnet'i) yorumlanışı sonucunda ileri sürerse, bu söylenenler Rasûlün getirdiklerine
arzolununcaya kadar ümmetin ona uyması ve anlaşmazlıklarında onun hükmüne başvurması
gerekmez. Eğer Rasûl'ün getirdikleri ile çatışmaz ve uygun düşerse, doğrulukları
belgelenirse ancak o zaman kabul edilir; fakat Rasûl'ün getirdiklerine aykırı olursa o zaman
bunların reddedilmesi gerekir. (İbn kayyim el-Cevziyye, Zâdu'l-Meâd, Beyrut 1405/1985, I,
38) Çünkü yüce Rabbimiz mü'minlerin geçerli bir imana sahip olmaları için aralarındaki
anlaşmazlıklarda Rasûl'ün hükmüne başvurmayı şart koşmakla kalmamış; içlerinde herhangi bir
sıkıntı duymaksızın ve tam bir teslimiyetle, verdiği hükme teslim olmayı da öngörmüş
bulunuyor (Bkz. en-Nisâ, 4/65).
Kısacası Allah ve Rasûlü herhangi bir konuda hüküm vermiş ise, hiçbir mü'minin o konuda
istediklerini tercih etme yetkisi yoktur (el-Ahzâb, 33/36).
"Allah'ın, Rasûlü Muhammed'e indirdiğinden başkası ile hüküm vermek helâl değildir: Çünkü hak
yalnız odur. Onun dışında kalan bütün hükümler ise zulüm ve haksızlıktır. Bu zulüm ve
haksızlıkla hükmetmek helâl değildir. Herhangi bir hâkim (yönetici veya kadı), bu helâl
olmayan hükümle hükmedecek olursa verdiği bu hüküm ebediyyen geçersiz kılınır, onunla amel
edilmez" diyen İbn Hazm, (el-Muhallâ, Kahire t.y., IX, 362) buna delil olarak da Kur'ân-ı
Kerîm'deki: "Ve onlar arasında Allah'ın indirdiğiyle hükmet..." (el-Mâide, 5/49) âyetini
göstermektedir.
Yüce Rabbimizin hâkimiyetin boyutlarını ya da İslâm'ın hâkimiyet yorumunu daha iyi
anlayabilmek; diğer taraftan Allah'ın beşer üzerindeki hâkimiyetinin -bir anlamda da-
gerekçelerini kavrayabilmek için "Allah'ın hâkimiyeti"nin çeşitli yönlerine dikkat etmemiz
yerinde olacaktır.
a-Allah'ın Kevnî Hâkimiyeti:
Allah, bu kâinatın biricik yaratıcısıdır. Gördüğümüz göremediğimiz, bildiğimiz bilemediğimiz
her şeyi yaratan, mutlak yaratıcı O'dur. O'ndan başka yaratan yoktur. O aynı zamanda
yaratıklarının Müdebbir'i, Rabbi ve Mâliki'dir.
"Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah'ındır" (el-Fâtiha, 1/1).
Sihirbazlar, Hz. Musa'nın mucizelerinin kendi sihirlerini etkisiz hale getirdiğini
gördüklerinde bunun ancak "âlemlerin Rabbi"nin işi olabileceğini anlamışlardı:
"Biz âlemlerin Rabbine, Musa ile Harun'un Rabbine iman ettik, dediler" (el-A'râf, 7/121.122;
Tâhâ, 20/70).
Allah'ın âlemlerin Rabbi olması tabiîdir. Çünkü O'ndan başka yaratıcı yoktur:
"Size gökten ve yerden rızık veren Allah'tan başka bir yaratıcı var mıdır?" (el-Fatır, 35/3).
Bu gerçek o kadar açıktır ki, Allah'a başka şeyleri ortak koşanlara bile, "yaratıcı kim?"
diye sorulacak olursa, cevapları "Allah" olur:
"Onlara, "Göklerle yeri kim yarattı?' diye soracak olursan, andolsun ki "Onları gücü
herşeyden üstün (Azîz), herşeyi bilen (Alîm) yarattı' diyeceklerdir" (ez-Zuhrüf, 9/43).
Bütün yaratıkları gece-gündüz koruyup gözeten yalnız O'dur.
"De ki: "Gece-gündüz sizi Rahman olan Allah'a karşı koruyup gözeten kimdir?" (el-Enbiyâ,
21/42).
Kâinatın kanunlarına, varlık âlemindeki bu düzenin işleyişine O'ndan başka hiçbir kimse
müdâhalede bulunamaz; O'nun irâdesine aykırı hiçbir şey gerçekleştirilemez:
"De ki: Düşündünüz mü hiç; eğer Allah üzerinize geceyi tâ kıyâmet gününe kadar aralıksız
sürdürse Allah'tan başka size ışık getirecek bir başka ilâh var mıdır? Hala işitmeyecek
misiniz? De ki: Düşündünüz mü hiç, eğer Allah gündüzü üzerinizde kıyâmet gününe kadar
aralıksız devam ettirse, içinde dinleneceğiniz geceyi Allah'tan başka getirecek bir başka
ilâh var mıdır?" (el-Kasas, 28/71-72).
b- Uhrevî Hâkimiyet:
Bütün olay, nimet ve cezalarıyla âhiret hayatı da Allah'ın mutlak hâkimiyeti içerisindedir.
Kur'ân-ı Kerîm, yüce Allah'ın âhirette tecelli edecek olan mutlak hâkimiyetine dâir
sayılamayacak kadar çok buyruk ihtivâ ettiğinden sadece iki yerdeki işaretlerini kaydetmekle
yetineceğiz.
"Kâfir olanlar, kendilerine Kıyâmet gelip çatıncaya, yahut kısır bir günün azâbı gelinceye
kadar o Kur'ân'dan şüphe içindedirler. O gün mülk Allah'ındır, onlar arasında O hüküm
verir.. " (el-Hacc, 22/55-56).
"O günde onlar (kabirlerinden) çıkacaklardır. Onların hiçbir Şeyi Allah'a gizli kalmaz. Bu
gün mülk (hâkimiyet ve herşeyin mutlak sahipliği) kimindir?' (diye sorar). Kahhâr ve tek
olan Allah'ındır. Bugün herkese kazandığı ile karşılık verilecektir. Zulüm yoktur, bu gün,
Allah hesabı çarçabuk görendir. " (el-Mü'min, 40/l6-17).
c- Genel Olarak Değer Yargılarında Hâkimiyet:
Bilindiği gibi eşya ve olaylar hakkında belirli bir takım değerlendirmeler yapmak ve onlara
karşı bu değerlendirmelere göre tavır takınmak, istemek ya da uzak durmak ve arzulamamak
sözkonusudur. Bu her zaman, her toplum ve kişide görülegelmiştir. Kısacası insan, hayrı
ister ve arzular, şerden ve kötülüktün de uzak kalmaya çalışır. Bu tavır ise onun sahip
olduğu ya da benimsediği değer yargılarının bir sonucudur. Kur'ân-ı Kerîm; bir bakıma baştan
sona bazı değer yargıları, bu değer yargılarına karşı takınılan tavırlar ve bu tavırların
sonuçlarına dâir açıklamaların yeraldığı ilâhî mesajdır.
Değer yargılarını belirleme ve koyma yetkisinin mutlak olarak yüce Rabbimize âit olduğunu
vurgulayan bazı buyruklara işaret edelim:
Haram-helâl kılmak yetkisi yalnız Allâh'ındır:
"De ki: Allah'ın kulları için yarattığı süsü ve güzel rızkı kim haram kıldı?" (el-A'râf,
7/32).
"Ey iman edenler, Allah'ın size helâl kıldığı hoş ve temiz Şeyleri kendinize haram kılmayın
ve haddi aşmayın, çünkü Allah haddi aşanları sevmez" (el-Mâide, 5/87).
Câhilî düzenlerde zamanla oluşan ve Allah'ın emir ve hükümlerine aykırı câhilî değer
yargıları reddedilmiştir:
"Allah bahîra, Sâibe, Vasîle ve Hâm diye birşey meşrû kılmamıştır. Fakat kâfirler yalan yere
Allah'a iftirâ etmektedirler" (el-Mâide, 5/103).
Burada sözü geçen "bahîre, sâibe, vâsile ve hâm" câhiliye döneminde çeşitli niteliklerdeki
develere verilen adlar olup bunlar hakkında çeşitli hükümler sözkonusu idi. Allah bu tür
hayvanlara dâir hüküm ve değer yargılarının kendisine atfedilmesini reddetmekte ve bunu
kendisine bir iftira olarak değerlendirmektedir.
İslâm'dan önce çeşitli helâl ve haramlara dâir birtakım değer yargılarından etraflı bir
şekilde sözeden buyruklardan (el-En'âm, 6/136-149) sonra yüce Allah, Peygamberine bu uydurma
değer yargılarını Allah'a atfeden kimselere şöyle seslenmesini emretmektedir:
"De ki: Allah şunu haram kıldı diye şâhitlik edecek şâhitlerinizi getirin. Eğer câhillik
ederlerse sen onlarla şâhitlik etme..." (el-Enâm, 6/ 150).
Bundan sonraki âyette de yüce Allah bütün bu konulardaki hükümlerini oldukça özlü bir şekilde
açıkla maktadır.
d- Kanunî Hakimîyet:
Cenâb-ı Allah şu âyet-i kerimede ve benzerlerinde bütün kapsamı ve boyutlarıyla hâkimiyetin
yalnızca kendisinin olduğunu dile getirmektedir
"Hüküm yalnız Allah'ındır, O kendisinden başkasına ibâdet etmemenizi emretmiştir. İşte
dosdoğru din budur" (Yûsuf, 12/40).
Burada "hüküm" kapsamına kanunî ya da hukukî, şer'î hâkimiyetin de girdiği şüphesizdir. Diğer
taraftan Allah'ın hâkimiyetini kabul etmek ile yalnızca O'na ibâdet etmek ve dosdoğru din
üzere bulunmak arasındaki ilişki de kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
Nitekim başka âyet- kerimelerde Allah'ın izin vermediği yasamalarda bulunmanın şirk ve bu
şekilde yasama yapanların bu yetkilerini kabul edip karşı çıkmamanın da onları Allah'a ortak
kabul etmek olarak vurgulandığını görmekteyiz (eş-Şûrâ, 42/21). Aralarında hüküm vermek
üzere Allah'a ve Rasûlüne çağırıldıklarında, münâfıklar bundan yüz çevirdikleri halde,
mü'minlerin tavrı dinleyip itâat etmekten ibarettir. (en-Nûr, 24/48-52). Kitab yani Kur'ân-ı
Kerîm, Hz. Peygamber'e insanlar arasında hak ile hükmetsin diye indirilmiştir (en-Nisâ,
4/105). Allah'a ve Rasûlü'ne iman etmek iddiası ile birlikte; "Allah'ın karşısına dikilen,
ayaklanan, onun emirlerine zıt yeni hükümler icad eden her varlık, Allah'tan başka itâat
edilmesi istenen her bir şey kendisine ister bilerek ve isteyerek uyulsun, isterse zorla,
tehditle boyun eğdirilsin, her iki halde de itâat edilen konumuna girmektedir. Bu nesnenin
insan olmasının, şeytan olmasının,put olmasının yahut da bunlardan başka herhangi bir şey
olmasının önemi yoktur. (Taberî, Câmiu'l-Beyan, Kahire 1388/1968, III,13). Allah'a iman ile
Tâğût'un hükmüne başvurmak bir arada bulunamaz. Bu gibi kimselerin bu tavırları
münâfıklıklarının tescilidir. Onlar Allah'ın ve Rasûlü'nun hükmüne yanaşmazlar (en-Nisâ,
4/60-61).
Kısacası, anlaşmazlık konuları Allah'ın ve Rasûlü'nün hükümlerine havâle edilmedikçe ve bu
hükümleri çerçevesine havâle edilmedikçe ve bu hükümlere razı olunup tam bir teslimiyetle
uyulmadıkça, imanın varlığından söz edilemez (en-Nisâ, 4/65).
Hz. Peygamber'in hüküm vermek yetkisi ile ulû'l-emr ile müctehidlerin çıkardıkları Allah'ın
hükümleri çerçevesi içerisindeki ilmî ictihadlarının, esasen Allah tarafından tanınmış ve
sınırları tâyin edilmiş olduğundan bağımsız bir teşrî' olarak kabul edilemeyeceğini ve Allah
ile birlikte ve O'nun hükmüne eş değerde hüküm koymak yetkisine sahip olmadıklarını ayrıca
belirtmeye gerek yoktur. Onların bu yetkileri, sınırları ile birlikte yine Allah tarafından
tâyin ve tesbit edildiğinden, O'nun kanunî hâkimiyeti yine mutlaktır ve ortaksızdır.
e- Siyasal Hakimiyet:
Kanunî hâkimiyete siyasal alanda yürürlük kazandırmak ve onun geçerliliğini sağlamak olarak
tarif edebileceğimiz "siyasal hâkimiyet"i elinde bulunduran makama "hilâfet" denilmektedir.
Şanı yüce Allah ilk insan -ve dolayısıyla onun soyundan gelecek olanları da- yeryüzünde
halife olarak yaratmıştır (el-Bakara, 2/30; Fatır, 35/39). Halifelik, başkasının yerine onun
adına görev yapmak veya tasarruflarda bulunmak demektir. Halife ise, başkası tarafından
kendi adına iş görmek üzere görevlendirilen kişiye denir. İşte bu mânâda bütün insanlar
Allah'ın tâyin ettiği halifelerdir. Allah'ın hükümlerinin uygulanmasının ise belirli bir
yapılanmayı gerektireceği açıktır. İşte bu yolla yüce Allah'ın hükümleri yürürlük kazanır ve
siyasal hâkimiyeti uygulama alanı bulur.