Cenâb-ı Hakk'ın peygamberleri ve kitapları vasıtasıyla kullarının uymak zorunda olduğunu bildirdiği ilâhî emir ve yasaklar. İlâhî kanunlara, ayrıca şer'i kanun, Şerîat da denir.

Kur-an ve Sünnet'te, ilâhî kanun anlamında "Sünnetüllah" tabiri de kullanılmaktadır. Meselâ: "(Biz bunu) senden evvel gönderdiğimiz peygamberler için de sünnet (kanun) yapmışızdır. Sen bizim sünnetimizde hiç bir değişiklik bulamazsın" (el-İsrâ, 17/77).

Kâdı Beydâvî bu ayetteki sünnet kelimesinin, âdet ve kanun anlamına geldiğini söylemektedir (Kâdı Beydâvî, Envarü't-Tenzîl ve Esrârü't-Te'vîl Mecmau't-Tefâsîr, IV, 59).

Bir başka ayette; "Allah'ın bundan önce geçenler hakkındaki kanunu ki, Allah'ın kanununu değiştiremezsin" (el-Ahzâb, 33/62) buyurulur. Elmalılı Hamdi Yazır, bu ayetteki "Sünnetüllah" tabirinin ilâhî kanun anlamına kullanıldığını yazmaktadır (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, V, 3926-3930).

Diğer bir ayette Sünnetüllah, kanun anlamında şu şekilde kullanılmıştır: "...Ya onlar daha evvelki (ümmetler hakkında geçerli olan) kanundan başkasını mı bekliyorlar? (Hayır) sen Allah'ın kanununda (sünnetinde) asla bu değişiklik bulamazsın" (el-Fatır, 35/43). Nesefi, bu ayeti tefsir ederken "tebdil" zata, "tahvil" vakte aittir; (yani Allah'ın emirlerine isyan edenlere, İlâhî kanun gereğince, azaptan başka bir şey terettüd etmez. Azaba herhangi bir şey bedel olmaz. Azabın vakti de başka vakitlere çevrilmez) demektedir (en-Nesefî, Medârikü't-Tenzîl ve Hakaiku't-Te'vil Mecmau't-Tefâsîr. V, 193).

"Allah'ın öteden beri süregelen kanunudur bu; Allah'ın kanununda bir değişme bulamazsın" (el-Feth, 48/23). Beydâvî ve Nesefî bu ayeti şöyle açıklıyorlar: "Yani, Allah Teâlâ geçmiş ümmetlere gönderdiği peygamberlerinin behemehal galip gelmelerini eski bir kaide ve kanun olarak koymuştur" (Beydâvî, a.g.e, a.y.; Nesefî, a.g.e, VI, 22).

Elmalılı, beşerî kanunla ilâhî kanunu şöyle mukayese ediyor: "İlâhî kanunun, kanun koyucusu Allah olduğundan, sağlamdır, doğrudur. Beşerî kanunlar, yani insanların yaptığı kanunlar, ne ilim ne de din açısında hiç biri sağlıklı olamazlar. Bunlar ilim yönünden batıl, din yönünden şer teşkil ederler ve doğru değildirler. Bunun için beşerin hakkı gerek ilimde gerek dinde kanun koymak değil, Allah'ın kanunlarını arayıp bulmak ve keşfedip ortaya çıkarmaktır. Arşimed, denge kanunun Newton, cazibe kanununu; Aristo, tenakuz kanununu koydu; demek doğru olmadığı gibi, Ebû Hanife hazretleri de fıkhî kıyas kanununu koydu; demek doğru değildir. Bunlar onların koyucusu olsaydı, eğri ve yalan olurlardı, doğru olmaları, ilâhî kanunu keşfetmeye mazhar olmalarından dolayıdır. Bunun için alimler, mucit değil, kâşiftirler. Çünkü ilâhî kanunun gizli olanları da vardır" (Elmalılı, a.g.e, I, 126-127).

İlâhî Kanuna, fıtrî kanun de denir (Krş. Elmalılı a.g.e, I, 197). "Sünnetüllah" ifadesinden "Allah'ın Resulüyle savaşan kafirleri Allah rezil ve perişan eder bu Allah'ın değişmez kanunudur" şeklinde izah edildiği de görülmektedir (Mevdudi; Tefhimu'l-Kur'an, terc. M. Han Kayani ve arkadaşları, V, 391).

İlâhî Kanun, yüce Allah'ın yolu metodu ve âdetidir. Bir çok ayette bu yolun en doğru yol olduğu dile getirilmektedir. Meselâ el-En'âm Sûresinin 145-153. ayetleri incelendiğinde, ilâhi kanunla, insan yapısı kanunlar arasındaki farklılık açığa çıkmaktadır. Aynı sûrenin 146-148. ayetlerinde de Yahudiler ve Müşrikler helâl ve haramlarla ilgili yaptıkları kanunlar nedeniyle terslenmekte ve bundan sonraki ayetlerde ise, iki hukuk arasındaki farklılığı göstermek için ilâhı kanun, ortaya konmaktadır. Sonra, 154. ayette Hz. Peygamber (s.a.s)'e verilen aynı kanunun Musa'ya da verildiği belirtilerek, "..Öyleyse bu kanuna uyun..." denilmektedir.

"Sümme" kelimesi, daima zaman bakımından bir sonralık ifade etmez. Bu kelime zaman zaman 154. ayette olduğu gibi bir anlatımı pekiştirmek için de kullanılır ve özellikle konuşulan Arapça'da "buna dikkat edin ki.." anlamına gelir. Bu ayette, "Yine dikkat edin ki, İlâhî kanun Musa'ya da gönderildi..." denmektedir.

Şamil İA