İnsanın dişisi. Erkeğin eşi. Dişi'nin erişkin olanı.
İslâm'da erkekle kadın bir bütünün parçalarıdır. Biri diğeri için vazgeçilmez hayat arkadaşıdır.
İbadet ve muamelelerde cinsiyet ayrılığından doğan önemsiz bazı farklar dışında, dinî görev ve
sorumluluklarda kadın-erkek eşitliği esastır. İslâm'ın gelişinden önce toplumda hak ettiği yeri
alamayan kadın, İslamiyet'le insana yakışır haklara sahip olmuştur. Kadının durumundaki bu
önemli değişikliği bizzat Kur'ân-ı Kerîm getirmiş ve Hz. Peygamber bunu tamamlamıştır.
Hz. Peygamber'e ilk inanan, başka bir deyimle ilk müslüman olan Hz. Hatice'dir. İlk İslâm
kadınları Mekke ve Medine'de ağır ve büyük hizmetleri yüklenmekten kaçınmamışlar, askerî ve
siyasî işlerde erkeklere yardımcı olmuşlar, hemşirelik mesleğini ilk defa kurarak, yaralı
mücahidleri tedavi etmek, su taşıyıp içirmek, yaralarını sarmak ve hatta yaralıları Medine'ye
kadar taşımak gibi fedakârlıklarda bulunmuşlardır. Mücahidlerin yanında onlara destek ve cesaret
veren bu hanımların kahramanlıkları hadis mecmualarında kaydedilmektedir.
Kadınlara karşı iyi davranmak, tatlı ve yumuşak dille konuşmak, kaba ve sert hareket etmemek
Allah Rasûlünün ahlâkındandır. O şöyle buyurmuştur: "Dikkat ediniz, sizin kadınlarınız üzerinde,
kadınlarınızın da sizin üzerinizde hakları vardır. Kadınların, üzerinizde olan hakkı günün
şartlarına göre onların yiyecek ve giyeceklerini sağlamanızdır" (Tirmizî, Sünen, V, 111; İbn
Mâce, Sünen, l, 594, No: 1851). "Sizin en hayırlınız kadınlarına karşı huyu en iyi
olanlarınızdır. Ben de aileme karşı en hayırlı olanınızım" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 472).
"Kadınlarınız hakkında Allah'tan korkunuz. Şüphesiz, onlar sizin yanınızda yardımcılarınızdır.
Onları Allah'ın emâneti olarak aldınız ve cinsiyet uzuvlarınız Allah'ın kelimesi ile helâl
edindiniz" (Ebû Dâvud, Menâsik, 56; İbn Mâce, menâsik, 84; Dârimî, menâsik, 34).
Hz. Peygamber evlenilecek bir kadında aranacak vasıfları şöyle belirlemiştir: "Bir kadınla dört
özelliği için evlenilir; Malı, asaleti, güzelliği ve dindarlığı. Sen dindar olanı tercih et"
(Buhârî, Nikâh, 15; Ebû Dâvud Nikâh, 2; Nesâî, Nikâh, 13; Ahmed b. Hanbel, II, 428).
Ana-babaya itaat etmek, iyilik yapmak, şefkat ve merhamet göstermek, tatlı ve yumuşak davranmak
gibi hususlar âyet ve hadislerle emir buyurulmuştur. Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulur: "Rabbin,
yalnız kendisine kulluk etmenizi, ana ve babaya iyilik etmeyi emir buyurmuştur. Eğer onlardan
biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlarsa, onlara öf bile deme, onları azarlama, onlara
güzel ve tatlı söz söyle. Onlara merhametle tevazu kanatlarını indir. Onlar için, "Rabbim onlar
beni küçüklüğümde yetiştirirken nasıl merhametli davrandılarsa, sen de onlara öylece merhamet
eyle" diye dua et" (İsrâ, 17/23, 24). Hz. Peygamber en çok kime saygı, şefkat ve bağlılık
göstermek gerektiğini soran bir sahabiye "anana" diye cevap vermiştir. Bu soru üç defa tekrar
edilmiş, üçünde de aynı cevabı vermiş, ondan sonra kime sorusuna ise, "babana" demişlerdir
(Buhârî, VII, 69). Anne müslüman olmasa bile, çocukları üzerindeki saygınlığını korumaktadır.
Buna şu hadiseyi örnek gösterebiliriz. Hz. Ebû Bekr'in kızı Esma'nın, babasından boşanmış ve
müşrik olarak kalmış annesi, bir gün kızını görmeye gelmişti. Esma, Hz. Peygamber'e, 'Müşrik
olan annem' bana geldi. Onunla görüşeyim mi?" dedi. Hz. Peygamber, "annenle görüş" buyurdu
(Buhârî, III, 142). Başka bir hadiste; "Cennet annelerin ayakları altındadır" buyurulur
(el-Aclûnî, Keşfu'l-Hafâ, Kahire, 1351/1932, I, 335, No: 1078).
Bu duruma göre, İslâm'da anneliğin yeri, değeri ve şerefi çok yüksektir. Ebeveyne itaatsizlik
şirkten sonra en büyük günah sayılmış, bunun kapsamı sadece "Allah'a isyanda kula itaat yoktur"
prensibi ile sınırlandırılmıştır (Buhârî, Ahkâm, 4; Müslim, İmâre, 39). Annelerin çocuklarına
karşı olan, şefkatinin ne derece büyük olduğunu göstermek üzere, Hz. Peygamber, Hz. Süleyman
devrinde cereyan eden bir olayı şöyle anlatmıştır: İki kadının birer oğlu vardı. Birisini kurt
alıp götürdü. Bunun üzerine her iki kadın birbirine "seninkini götürdü" dedi; sonuçta, her ikisi
meselenin çözümü için Hz. Dâvud'a başvurdular. Hz. Dâvud, büyük kadının lehine hüküm verince,
küçük kadın memnun olmadı ve ihtilaflı meseleyi bir kere de Hz. Dâvud'un oğlu Hz. Süleyman'a arz
etmek için huzura çıktılar. Hz. Süleyman: "Bana bir bıçak getirin ki çocuğu ikiye bölüp
aralarında taksim edeyim", deyince, küçük kadın dehşete kapılıp, "aman yapma, Allah sana
merhamet etsin, çocuk onundur" dedi. Bunun üzerine Hz. Süleyman sağ kalan çocuğu küçük kadına
verdi (Buhârî, Sahih, IV, 136, 137).
Hz. Peygamber devrinde kadın sahabîler ilme büyük katkıda bulunmuşlardır. Allah Rasûlü'nün kızı
Hz. Fatıma duygulu bir şâir olduğu gibi Hz. Peygamber'in bazı hadislerini de rivâyet etmiştir
(İbn Sa'd, Tabakât, VIII, 19, 30). Hadis rivâyet eden kadın sahabilerin sayısı çoktur.
Bazıları şunlardır: Ümmü Habibe binti Ebu Süfyan, Ümmü Abd, Esmâ binti Ebu Bekr, Zeyneb binti
Cahş, Meymûne binti Hâris, Fâtıma binti Kays, Dürre binti Ebı Leheb, Ümmü Haram binti Milhan vd.
Bu son sahabi hanım Kıbrıs'ta vefat etmiş olup. Larnaka civarında medfundur. Kıbrıs
müslümanlarınca türbesi bir ziyaret yeridir (İbn Hayyât, et-Tabakât, Dimaşk 1968, II, 859, 884;
M. Tayyib Okiç, İslâmiyet'te Kadın Öğretimi, Ankara 1979, s. 22, 23).
Hz. Peygamber kadınların eğitimine büyük önem vermiştir. Kadınlar mescide geliyor, hadisleri
dinliyorlardı. Umumî toplantılara katılır ve bayram namazlarında da hazır bulunurlardı. Hz.
Peygamber bayram hutbesini erkeklerin saflarına irad ettikten sonra, kadınların saflarına geçer,
onlara da talim ederdi. Ancak hanımlar her zaman mescidde hazır bulunmadıkları için bir sahabî
kadın Hz. Peygamber'e gelerek; "Ya Rasûlüllah, erkekler geliyor, senin sözünü dinliyorlar. Bizim
için de bir gün tahsis et. O günde gelelim, Allah'ın sana öğrettiklerini bize öğret" dedi. Hz.
Peygamber de onlara haftada bir gün ve yer tahsis ederek orada toplanmalarını söyledi,
belirlenen günde onların eğitim ve öğretimleri ile meşgul oldu (Muhammed Ebû Zehv, el-Hadîs ve'l
Muhaddisûn, Mısır 1958, s. 55; Buhârî, Sahih, I, 36). İslâm özellikle Hz. Peygamber'in
ailelerine mahrem meseleleri tebliğ etme görevini yüklemişti. Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulur:
"Evlerinizde okunup duran Allah'ın ayetlerini ve hikmeti hatırlatın ve nakledin" (el-Ahzâb,
33/34). Sahabe hanımlarının haya ve utanması dini konuları sorup öğrenmelerine bir engel
değildi. Özellikle bir fikıh ve hadis âlimi olan Hz. Aişe'nin (ö. 58/677) bu konuda sayısız
hizmetleri olmuştur. O, yalnız kadınların değil, sahâbe büyüklerinin bile bir çok meselede
başvurdukları kimse idi (Nevzat Aşık, Sahabeye Hadis Rivayeti, İzmir 1981, s. 78, 79). Hz. Aişe,
verdiği hüküm ve fetvalar bir cilde ulaşan yedi sahabe müctehidinden (Fukaha-i seb'a) birisidir
(İbn Kayyim, İ'lâm, I, 14 vd.). Urve b. Zübeyr (ö. 94/712) "Fıkıh ilmini Hz. Aişe'den daha iyi
bilen kimse görmedim" der (el-Mekkî, Fethu'l Mübîn, s. 157). Ebû Mûsa el-Eş'ârî'de (ö. 44/664)
şöyle demiştir: "Muhammed'in ashabının bize sorduğu herhangi bir hadisin içinden çıkamadığımızda
onu Hz. Aişe'ye sorardık ve onun yanında sorulan hadise ait muhakkak bir şeyler bulurduk". İbn
Hazm (ö. 456/1064) sahabe devrinde yetişen hanım fakih ve hukukçular olarak şu isimleri
zikretmektedir: Ümmü Seleme, Ümmü Habîbe, Hafsa binti Ömer, Hz. Fâtıma, Fâtıma binti Kays, Esma
binti Ebî Bekr, Havlâ binti Tüveyt, Ümmü Şerîk, Sehle binti Süheyl, Ümmü Eymen, Âtike binti
Zeyd, Ümmü'd-Derdâ, Zeyneb binti Ümmü Seleme ve Ümmü Yûsuf (İbn Hazm, Cevâmiu's-Sıre, s. 319,
323). İslâm tarihinde çeşitli alanlarda büyük hizmet ve yararlılıklar göstermiş müslüman
kadınların sayısı az değildir. Tefsîr, Hadîş Fıkıh, Tasavvuf, Şiir, Hüsnühat, güzel sanatlar,
çeşitli hayır işleri vb. İslâm kadınının ilgi alanları olmuştur.
Sonuç olarak, İslâm kadınla erkek arasında genel anlamda bir görev bölümü yapmış, kadına evin iç
işlerini, çocukların yetiştirilmesini, ihtiyaç ve zaruret bulunduğunda da dışarıda çalışma işini
yükleyerek, onu kocasının en yakın yardımcısı kılmıştır. Koca, evin dışında ağır işleri, eşinin
ve çocuklarının yeme içme, barınma ve giyim ihtiyaçlarını karşılama görevini yüklenmiştir.
Erkeğe, bu malî ve ekonomik yükümlülüklerinin bir sonucu olarak mirasta, kıza göre fazla hak
vermiştir.
Kadın Sesi
Yüce Allah Adem'le Havva'yı yaratmış, İnsan nesli onlardan ve onların zürriyetinden meydana
gelmiştir. Allah Adem'e eşya isimlerini öğretmiş, ilk insanlar bu kelimelerle anlaşmaya
başlamıştır. Kadın da toplumun bir bireyi olarak, hem cinsleriyle ve gerektiğinde karşı
cinsle kelimeleri seslendirerek konuşmuştur. Günlük hayatın gereği olan normal görüşme ve
konuşmalarda, kadın sesinin yabancı erkeklere meşrû olmadığını öne süren hiç bir bilgin
yoktur. Kur'ân-ı Kerîm'de kadınların yabancı erkekle konuşmalarının örnekleri çoktur.
Musa (a.s) Mısır'ı terkedip Medyen'e varınca bir su başında koyunlarını sulamak için sıra
bekleyen iki hanım kız gördü. Yardıma ihtiyaçlarının olup olmadığını sordu. Bundan sonrasını
Kur'ân-ı Kerîm'den izleyelim: "Onlar şöyle dedi: Çobanlar sulayıp çekilmeden biz
sulayamayız. Babamız oldukça yaşlı bir adamdır. Bunun üzerine Musa, onların hayvanlarını
sulayıverdi. Sonra gölgeye çekildi. "Rabbim, göndereceğin hayra ve rızka çok muhtacım" dedi.
O sırada hanımlardan biri utana utana yürüyerek Musa'ya geldi. "Babam hayvanlarımızı sulama
ücretini vermek için seni çağırıyor" dedi" (el-Kasas, 28/23, 25).
Hz. Peygamber'in gerektiğinde genç veya yaşlı hanımlarla konuştuğuna dair pek çok örnek
vardır. Ebû Said el-Hudrî (r.a) şöyle anlatır:
"Bir kadın Allah Rasûlüne gelerek dedi ki: Her zaman mescide çıkarak sözlerinizi
dinleyemiyoruz. Bize bir gün tayin et de o gün gelelim, sen de Allah'ın sana öğrettiğini
bize öğret". Hz. Peygamber bu teklifi uygun bulmuş ve hanımlara ders vermiştir (Buhârî,
Sahîh, I, 34, VIII, 149; M. Tayyib Okiç, İslâmiyet'te Kadın Öğretimi, Ankara 1979, s. 25).
Diğer yandan Hz. Peygamberin hanımları, özellikle Hz. Aişe ashab-ı kiramın fetva için
başvurdukları bir merci idi. O, onların sorularını sözlü olarak cevaplıyordu. Hz. Ömer,
hilâfeti zamanında bir cuma hutbesinde evliliklerin kolaylaştırılmasını ve mehrin
azaltılmasını tavsiye edince cemaat arasında bulunan Kureyşli bir kadın ayağa kalkarak bir
âyetle (Nisâ, 4/20) cevap vermiş, halîfe onu haklı bularak sözünde ısrar etmemiştir (İbn
Sa'd, Tabakât, VIII, 58, 81; İbn Kudâme, el-Muğnî, VII, 210 vd.).
Bu duruma göre, kadınların normal ihtiyaç ve muameleler yüzünden erkeklerle sesli
konuşmasının caiz olduğunda şüphe yoktur. Alimler arasında tartışılan ise, sevinçli gün ve
zamanlarda şarkı, türkü vb. ni söylemeleridir. Bunlardan sözleri ve söyleniş biçimi
müstehcen ve tahrik edici olmayan bazı şarkıları Allah Rasûlünün ve bazı sahabelerin
müsamaha ile karşıladıkları bilinmektedir. Örnek verecek olursak; Hz. Âişe'den şöyle dediği
nakledilmiştir: "Bir kere Rasûlullah (s.a.s) yanıma gelmişti. Yanımda Buas (olayıyla ilgili
olarak söylenmiş kahramanlık şiirlerini def çalarak) terennüm ederek çalan iki cariye
bulunuyordu. Rasûlüllah (s.a.s) yatağına yatıp yüzünü öbür tarafa çevirdi, sonra Hz. Ebû
Bekr içeri girdi. Bu ne hal, Rasûlüllah'ın huzurunda şeytanın mizmârı (yani şeytanın düdüğü
ve sesi) ne arıyor? diye beni azarladı.
Bunun üzerine Rasûlüllah ona dönüp: "Bırak onları, her milletin bir bayramı vardır, bu da
bizim bayramımızdır" buyurdu. Babam başka şeyle meşgul olunca câriyelere işaret ettim,
dışarı çıktılar" (Buhârî, II, s. 3; Müslim, II, s. 605; Nesaî, III, s. 59).
İbn Abbas der ki; Hz. Aişe, yakınlarından birisini bir Medineli müslümanla evlendirdi. Hz.
Peygamber geldi ve; "Kız gönderdiniz mi" dedi. Hz. Aişe; "Evet" dedi. "Beraberinde şarkıcı
gönderdiniz mi?" sorusuna, "Hayır" cevabını alınca, Allah Rasûlü şöyle buyurdu: "Medineliler
eğlenceden hoşlanır. Beraberinde; "Size geldik, size geldik..." diyerek bir şarkıcı
gönderseydiniz... " (Buhâri, Nikâh, IV, s. 140; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 391).
Hanımlar arasında bile olsa bir şarkının şu özellikleri taşıması gerekir:
1- Şarkının konusu ve sözleri İslâm ahlâk ve âdâbına aykırı bulunmamalıdır. Meselâ, içkiyi
öven, onu içmeyi teşvik eden şarkı meşrû sayılmaz.
2- Şarkıcının giyim şekli jest ve mimikleriyle şehveti tahrik etmemesi gerekir.
3- Meşrû eğlenti, ibadetten alıkoymamalı ve zaman israfına yol açmamalıdır.
4- Şarkı, türkü, dinleyenin şehvetini coşturuyor, fitneye doğru sürüklüyor ve hayvanî
duygularını güçlendiriyorsa kendini bundan kurtarması gerekir.
5- Şarkı, türkü beraberinde içki, kumar, zina gibi haramları getiriyorsa, müslümanın bu gibi
ses ve yerlerden uzak durması gerekir. İslâm kötülüğe giden yolu kapama (sedd-i zerâyi')
prensibini esas almıştır.
İşte kendisine karşı uyardığı şarkılar beraberinde kötülük olan ve kötülüğe götüren
şarkılardır (İbn Mâce, Fiten, 22; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 342; Yusuf el-Kardâvî,
el-Helâl ve'l-Harâm fî'l-İslâm, trc. Mustafa Varlı, Ankara 1970, ş 321, 322; Süleyman
Uludağ, İslâm Açısından Musikî ve semâ, İstanbul 1976, s. 37, 88; İbn Âbidin,
Reddü'l-Muhtâr, trc. A. Davudoğlu, İstanbul 1985, I, 48, V, 259, VIII, 294, IX, 207, XII,
507, 508, 516, XIV, 140, 571).
Kadına Bakmak
İslâm dini kadınlara bakma konusunda birtakım ölçüler ortaya koymuştur. İslâm'ın ana kaynağı
Kur'ân-ı Kerim, toplumlarda çıkabilecek fitnenin yolunu kesmek, sosyal düzeni sarsıcı
hareketlere engel olmak için pek çok konuda genel kurallara yer vermiştir. Toplumu oluşturan
fertlerin, genellikle kadın ve erkeklerden müteşekkil olduğu düşünülürse, bu konuda da
İslâm'ın bağlayıcı hükümler getirmesi tabiîdir. Öncelikle İslâm dini, sağlıklı ve temiz bir
toplumu meydana getirmek için, iki cins arasında yaradılıştan kaynaklanan arzuların kontrol
edilmesini ve yerli yerinde kullanılmasını öngörür. Bu konuyla ilgili olarak Kur'an-ı
Kerim'in Nur sûresinde, önce erkeklere, hemen akabinde de kadınlara bazı önemli uyarılarda
bulunulmuştur. "Mü'min erkeklere söyle; gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler ve
mahrem yerlerini korusunlar. Bu kendileri için daha temizdir. Allah yaptıklarınızdan
şüphesiz haberdârdır. Mü'min kadınlara da söyle; gözlerini yasak olandan çevirsinler,
iffetlerini korusunlar, süslerini, kendiliğinden görüneni müstesnâ, açmasınlar.
Başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar. Süslerini, kocaları veya babaları ve
kayınpederleri veya oğulları veya kocalarının oğulları veya kardeşleri veya erkek
kardeşlerinin oğulları veya kızkardeşlerinin oğulları veya kadınları veya câriyeleri veya
erkekliği kalmamış hizmetçiler ya da kadınların mahrem yerlerini henüz anlamayan çocuklardan
başkasına göstermesinler. Gizledikleri süslerin bilinmesi için ayaklarını yere vurmasınlar.
Ey mü'minler! Saadete ermeniz için hepiniz tevbe ederek Allah'ın hükmüne dönün" (en-Nûr,
24/30-31).
Bu iki âyet, özellikle mü'min erkek ve kadınların, gözlerini yasak olandan çevirmelerini
isterken ayrıca kadınların belirtilen onüç sınıf insan dışında giyimlerine dikkat etmelerini
zorunlu kılmaktadır. Böylece çıplaklığın yol açacağı tehlikeler, daha başlangıçta etkisiz
hâle getirilmiş olmaktadır. Bunları zikrettikten sonra, kadına bakma konusunda ortaya konan
hükümleri anlatabiliriz:
Bir müslümanın şehvetle bakabileceği kadın sadece kendi hanımıdır. Hanımı dışında hiçbir
kadına şehvet nazarıyla bakması câiz değildir. Şehvetle bakmada ölçü, bir kadına devamlı
bakmaktır. Bir insanın çarşı pazarda yürürken hiçbir kadını görmeden, yolda gözü kapalı veya
başı eğik bir şekilde yürümesi mümkün değildir. Karşısındakini görecek, ancak bir hanım ise
sürekli gözleri onda olmayacak; yoksa bakışı devam ettirmek yasak sınırına girmiş olmak
demektir. Bu konuda Hz. Peygamber (s.a.s.)'ın Hz. Ali'ye ikazı şöyledir: "Ali! Arka arkaya
bakma; birinci bakış hakkın ise de, ikinci bakma hakkın yoktur" (Tirmizî, Edeb, 28).
Hanefi mezhebine göre, kadının yabancı erkekler karşısında avret yeri (yani açılması,
gösterilmesi ve bakılması yasak olan yer), yüzü, elleri ve -bir rivâyete göre de- ayakları
müstesnâ olmak üzere bütün bedenidir.
Kadının avret yerlerine şehvetli veya şehvetsiz bakmak haram olup kadınların da bunları
kapamamaları haramdır. Avret yerleri, ancak kimsenin görmediği yerde (tuvalet ve banyoda) ve
eşlerin cinsî münasebeti esnasında açılabilir. Yine bazı durumlarda, zarûret miktarını
aşmamak üzere doktor, ebe, hâkim vb. karşısında da açabilir. Ayrıca evlenecek kimse, kızın
yüzüne -şehvetle de olsa- bakabilir. (bk. Hayreddin Karaman, Günlük Hayatımızda Haramlar
Helâller, İstanbul 1981, s. 84).
Müslüman bir erkeğin, mahrem (nikâhı haram) olmayan kadınların avret yerleri hariç, ellerine
ve yüzüne bakması câizdir. Bir müslümanın evine akraba olmayan dost ve arkadaşları
gelebilir. Ayrıca bazı sebepler yüzünden kadınların erkeklerle beraber oturması ve evin kızı
veya kadınının misafirlere hizmet vermesi gerekebilir. Bu durumlarda erkeğin kadını görmesi
kaçınılmazdır. Ancak bu hususta en önemli şart, kadının tesettüre (örtünmeye) riâyet
etmesidir. Bu konuyla ilgili olarak hadis kitaplarında şöyle bir olay anlatılmaktadır:
"Ashab-ı kirâmdan Ebu Üseyd evlenirken zifaf gecesi, Peygamber Efendimizi ve dostlarını davet
etmiş; fakat onlar için bir yemek hazırlayamamış ve bir şey de ikram edememişti. Ancak eşi,
geceden bir taş kabın içinde hurma ıslatmış ve bunu ezip sulandırıp şerbet yapmış ve
misafirlere bizzat kendisi ikram etmişti" (Buhârî, Nikâh, 77).
Bu olayda sahabinin eşi tesettüre riâyet ederek, akrabası olmadığı halde eşinin dost ve
arkadaşlarına ikram için yanlarına çıkmıştır. Zaten İslâm dini kadın-erkek ilişkilerine
sınır koymakla birlikte, kadınların ilim öğrenmek, alış-veriş yapmak, düğün ve ibadet gibi
meşrû sebeplerle evlerinden dışarı çıkılmasına izin vermiştir. Ancak tesettüre riayet şartı
getirilmiştir (Bu konuyla ilgili ayrıca şu hadislere bk. Buhârı, Nikâh, 115; Cuma, 13;
Muslirn, Salât, 136).
Kadının Yolculuğu
Yolculuk yapmak müslüman için mübah bir olaydır. Kadınlar da seyahat edebilirler. Yalnız
kadının uzak yerlere yolculuk edebilmesi için yanında bir mahreminin bulunması hadiste şart
koşulmuştur. Peygamberimiz, "Hiç bir erkek (yanında mahremi olmayan) bir kadınla sakın
yalnız bulunmasın. Hiçbir kadın da kendisiyle beraber bir mahremi (nikâh düşmez akrabası)
bulunmaksızın sakın yolculuk etmesin," buyurmuştur. Rasûlüllah'ın bu nehyi üzerine
(Ashab'dan) bir kişi ayağa kalkarak, "Yâ Rasûlüllah, ben şöyle şöyle bir gazaya yazılmıştım;
halbuki karım haccetmek üzere yola çıkmıştır (ne buyurulur?) diye sordu. Rasûlüllah, "Haydi
sen de git, karınla beraber haccet", (Buhârî, Nikâh, 111). buyurdu.
Bundan başka Peygamberin, yanında mahremi bulunmadan bir günlük, iki ve üç günlük mesafelere
kadının gidemeyeceğini bildiren hadisleri vardır (Müslim, Hac, 413-424).
Yukarıdaki hadisten birinci derecede elde edilen hüküm, fesada vesile olabileceğinden,
aralarında nikâh caiz olan bir kadınla bir erkeğin yalnız olarak bir arada bulunmalarının
kötü sonuçlarını önlemek için yasaklanmış olmasıdır. İkinci olarak da kadının yanında
mahremi bulunmadan yolculuk yapmasının yasak olmasıdır (Tecrid¡ Sarih Tercümesi, VIIl, 382).
Mahremden maksad, kadının kocası veya kendisine nikâhı ebediyyen haram olan yakınlarıdır.
Başka bir deyişle neseb (kan bağı), nikâh veya süt akrabalığı dolayısıyla evlenmesi caiz
olmayan kimsedir.
Hanefî ile Hanbelî mezhepleri, yanında mahremi bulunmayan genç veya ihtiyar bir kadının,
kendisi ile Mekke arasında üç konaklık mesafe bulunduğu zaman, üzerine hac vacip olmaz. Yani
hac yolculuğu yapamaz demişlerdir. Malikî ile Şâfiî ise yanında birkaç tane güvenilir hanım
bulunduğu takdirde mahremi olması da kadın hacca gider görüşünü savunurlar (Mezâhibü'l
Erbaa, I, 633; Bidayetü'l Müctehid, I, 322).
İmam Şâfiî ile İmam Malik bu konuda yol emniyeti var ise veya üç beş güvenilir kadın bir
arada bulunurlarsa hac edebilirler derken Hz. Ömer'in tertib ettiği son haccı delil
getirirler. Bu hacda Peygamberin hanımlarından bazıları, Hz. Ömer'den izin alarak,
yanlarında mahremleri olmadığı halde hacca gitmişlerdir (Mekke'den Medine'ye gitmişlerdir)
(Fıkhü's Sünne, I, 635).
Netice olarak kadın iffet ve namusuna leke gelebilecek herhangi bir yolculuğa çıkamaz,
yanında kendisinin can, mal ve namus güvenliğini sağlayacak birilerinin bulunması gerekir.
Kadın'ın Koca Üzerinizdeki Hakları
Erkek ailenin geçimini sağlamakla görevli olduğu için kadının maddi ihtiyaçlarını karşılamak
ve bunu da İslâm dairesi içerisinde gerçekleştirmek zorundadır (en-Nisa, 4/34). Erkek
kadınla iyi geçinmek ve onun haklarını korumakla yükümlüdür "...Onlarla (zevcelerinizle) iyi
geçinin. Şayet onlardan hoşlanmadınızsa (sabredin). Olur ki bir şey hoşunuza gitmez de Allah
(ü Teâlâ) onda bir çok hayır takdir etmiş bulunur. (Olur ki Allah size onlardan hayırlı
evlâd ihsan eder, yahud, aranızda muhabbet oluverir)" (en-Nisâ, 4/1 9).
İslâm, her şeyden önce erkeğe verilmiş olan aileyi yönetmek ve reislik yetkisini kötüye
kullanmayı yasaklar. Bundaki amaç aile düzeninin korunmasıdır. Bu bakımdan erkeğin bu
şekilde bir imtiyazı kadın üzerinde zulümkâr bir şekilde kullanması caiz değildir. Ancak
böyle bir ilişki sonucu kadın ve erkek arasındaki ilişkiler normal seyrinde gidebilir.
İslâm, kadının sosyal ilişkiler yönünden yeteneklerini ve yeterliliğini, mümkün olan azami
düzeyde meşru daireler içerisinde kullanmasına izin verir. Yine bu sosyal çerçevede en güzel
şekilde müslümanlara yardımcı olması için çalışma ve faaliyetleri yerine getirme, ilim
öğrenme özgürlüğünü verir (Buhârî, İlim, 36;İbrahim Cemal, Müslüman Kadının Fıkıh Kitabı,
terc. Beşir Eryarsoy, İstanbul 1987, s. 483 vd.).
"Kadın eğe kemiği gibidir. Eğer onu doğrultmaya kalkarsan kırılır. Mutlu olmak istersen o
eğrilikle birlikte kabul et" (Buhârî, Nikâh, 79). "Sizin en hayırlınız hanımına karşı en iyi
olandır" (Tirmizi, Radâ, 11; İbn Mace, Nikâh, 50). Bu hadislerden Peygamberimizin kadınlar
konusunda müslümanları sürekli uyardığı ve onlarla iyi geçinmeyi tavsiye ettiğini
öğreniyoruz. Kadın dövülmez, nasihat edilir. Yalnız kadın âsî olur erkeğini İslâmî ölçülerde
dinlemezse ve mahrem olmayan kimselerle oturup kalkar ve erkeğin malını savurganlıkla
harcar, aile sırlarını dışarı çıkarırsa önce uyarıda bulunulur, bunun şiddeti biraz
arttırılır ancak yine fayda sağlamıyorsa duruma göre korkutmak için biraz dövülebilir
(en-Nisa, 4/34). Ancak bu da fayda vermiyorsa dövülmemelidir.
Kocanın Kadın Üzerindeki Hakları
"Erkekler kadınlar üzerinde yönetici (kavvâm) dırlar. Çünkü Allah kimini kiminden üstün
kılmıştır ve çünkü erkekler (kadınlara) mallarından harcamaktadırlar" (en-Nisa, 4/34). "İyi
kadınlar; gönülden boyun eğenler ve Allah'ın korunmasını emrettiğini kocasının bulunmadığı
zamanlarda koruyanlardır... " (en-Nisa, 4/34).
Kadınlar kocalarına karşı itaatli ve saygılı olmalıdırlar ki koca da aile içerisinde gereği
gibi vazifelerini yapabilsin. Kadın meşru şartlarda kocasına itaat etmekle mükelleftir.
Ayrıca yaptığı ev işleri ve çocuk yetiştirme ise kadının takvasını artıran hususlardır.
Çünkü İslâm böyle bir sorumluluğu kadına şart koşmamış, teşvik ederek Allah'ın rızasını
kazanacaklarını bildirmiştir.
Erkekler kadınlardan, kadınlarda bulunmayan bazı doğal nitelik ve güçlere sahip oldukları
için üstündürler. Yoksa bu onların şeref ve fazîlet bakımından üstün oldukları anlamına
gelmez (Mevdûdî, Tefhimu'l Kur'an, I, İstanbul 1986, s. 317, 318). "Kadın beş vakit namazını
kılar, yılda bir ay orucunu tutar, ırzını korur ve kocasına itaat ederse cennet kapıları ona
açıktır" (Buhârî, Miskat, II, 202). Yalnız buradaki itaat Allah'ın emirleri çerçevesinde
olacağından kocanın bunu hiçe sayması durumunda kadının kocasına karşı itaatı gerekmez.
Çünkü Allah'a itaat, kocaya itaatten önce gelir.
Ailede karı-koca arasında karşılıklı tatmin gerekli olan bir ihtiyaç olduğundan her iki
tarafın bunu gözardı etmesi doğru değildir. Normal hallerde kadın kocasının bu durumunu
bilmeli ve ona karşı saygılı olmalıdır. İslâm yaradılış bakımından kadın ve erkeğin eşit
olduğunu savunur. Erkek-kadın eşitliğinde dünyaya ait cezalarda da fark bulunmaz. Kadına
karşı işlenen suçlarla, erkeğe karşı işlenen suçların cezası aynıdır. Mirasta kadının
erkeğin yarısı kadar hisse alması kadını küçültücü bir hareket olmadığı gibi eşitsizlik de
değildir. İslâm'ın kadına bakışı ve erkeğin onun işlerini çekip çevirmekle yükümlü oluşu,
evliliğinden önce gerekli harcamaları yapma görevini kadının velisine vermiş olması,
evliliğinden sonra ise bu harcamaları kocasına yüklemiş olduğu hususu bilindiğinde, Allah'ın
bu konuda ne gibi bir hikmet murad ettiği açıkça anlaşılır.
Kadın, almış olduğu mirastan erkeğe sadece gönül rızası ile olanın dışında hiç bir şey
harcamamakta serbesttir. Buna karşılık erkek, her durumda harcamak görevi ile yükümlüdür.
Böylelikle kadın miras almakla birlikte ona el de sürmeyebilmektedir (İbrahim Cemal, a.g.e.
s. 485).
Allahu Teâlâ kadını evin sahibesi olarak yaratmıştır. Erkek ailenin geçimini sağlamak, mal
kazanmakla görevli olduğu gibi, kadın da bu malları evin işlerini gereken şekilde yürütmek
üzere harcamakla yükümlüdür. Çünkü kadın, kocasının evinin çobanıdır. Bunun dışında İslâm,
evin dışında kalan görevlerin hiçbirinde kadını yükümlü tutmaz. Kur'an "Ve evlerinizde
oturunuz" (el-Ahzâb, 33/33) âyetiyle kadını evinde oturmaya teşvik etmiştir. Ancak bazı
hallerde kadının evin dışına çıkması gerekebilir. Meselâ; kadının işlerini görüp gözetecek
erkeğin bulunmaması, yahut ailenin içinde bulunduğu sıkıntılar dolayısıyla evin dışında
çalışmak zorunda kalması, erkeğin geçim sıkıntısı içerisinde bulunması, hasta olması, geçimi
sağlamaktan âciz olması bu türden şart ve durumlarla karşı karşıya kalınması halinde İslâm
hukukunda bir genişlik ve bir çıkar yol sözkonusudur. "Allah, siz kadınlara ihtiyaçlarınız
için dışarı çıkmanıza izin vermiştir. (Buhârî-Müslim). Ancak bütün bunlara karşın içinde
bulunduğumuz koşullarda ne kadar İslâmî ölçülere uyarsa uysun müslüman bir kadın
çarşıda-sokakta, iş hayatında kötülerin gözünden kendini koruyamamaktadır. O bakımdan geçimi
zor şartlar içerisinde olsa da kadınlar sokaklardan uzak olmalıdır.
İslâm kadına evinde görev vererek, çalışma problemini ortadan kaldırmaktadır. İslâm, harem ve
selâmda ihanete uğrayan insan ruhunu aynı anda kurtaracaktır. (Seyyid Kutub, İslâm
Kapitalizm Çatışması, İstanbul 1988, s. 129; Ayrıca bk. Said Havva, İslâm, terc. Said
Şimşek, Ankara ts., s. 197 vd; İbrahim Cemal, a.g.e. s. 481 vd; Mustafa Sibai, Kadının Yeri,
İstanbul 1988, s. 57 vd.; Abdullah Nasuh Ulvan, İslâmda Aile Eğitimi, I, s. 221 vd.; Ömer
Ferruh, İslâm Aile Hukuku terc. Yusuf Ziya Kavakcı, İstanbul 1976, s. 228 vd; Hz. Peygamber
ve Aile Hayatı, Komisyon, İstanbul 1989, s. 171 vd.; M. Ali Haşimi, Kur'an ve Sünnette
Müslüman Şahsiyeti, terc. Resul Tosun, İstanbul 1988, s. 63 vd.).
Şamil İA