İğrenme, nefret, tiksinme, zorla, mecburiyet yüzünden yapma. Harama yakın sayılan fiil veya şey.

Kerâhiye ve hazr da eş anlamlı mastarlardır. Bunların zıddı istihsan ve ibâha'dır. Aynı kökten ism-i mef'ûl olan "mekrûh"; Allahü Teâlâ ve Rasûlü tarafından kesin olmayarak istenilen bir iştir. Temelde mekruh işler yasaktır. Ancak kesin haram anlamında bir yasak olmadığına dair bir işaret bulunur veya delilin kesin olmayışı böyle bir hükme neden olur. Kerih işin niteliği; sevimli olmaması ve hakkında rızasının bulunmamasıdır (İbnü'l Hümâm, Fethu'l-Kadîr, Mısır 1318, VIII, 79, 80).

Kur'ân-ı Kerim'de çirkin görülen fiil ve davranışlarla ilgili birçok âyet vardır. Bazıları şunlardır:

"Ey iman edenler! Size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın"(el-Mâide, 5/101). "Onlar Allah'ın nûrunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Allah ise, kafirler hoş görmese de, kendi nûrunu tamamlamaktan başkasına razı olmaz" (et-Tevbe, 9/32). "Sizin hoşunuza gitmese de, düşmanla savaşmanız size farz kılındı. Bir şey sizin hoşunuza gitmez de, o şey sizin için hayırlı olur. Bir şey de sizin hoşunuza gider, fakat o şey sizin için şer olabilir. Allah bilir, siz bilmezsiniz" (el-Bakara, 2/216). "Onlar, Allah'a kendilerinin bile hoşlanmadıkları şeyleri isnat ederler, dilleri de yalan yere, en güzel sonucun kendilerine ait olduğunu söyler. Hiç şüphe yok ki, onların hakkı ateştir ve onlar cehennemin öncüleridir" (en-Nahl, 16/62).

Hz. peygamber'in hadislerinde de sevilmeyen, hoşa gitmeyen, Allah ve Rasûlünün razı olmadığı amellere yer verildiği görülür. Ashab-ı kiramın hoşa gitmeyen davranışları olursa Allah elçisi onları uyarır ve doğru olan davranışı da gösterirdi. Buna şu hadisler örnek verilebilir: Hacc'ın, farz kılındığını bildiren âyet inince (bk. Älu İmrân, 3/97), Rasûlüllah (s.a.s), ashabına; "Şüphesiz Allah (c.c) size haccı farz kıldı, artık hac yapınız", buyurdu. Birisi; "Her yıl mı?" diye sordu. Hz. Peygamber sustu. Üç defa soru tekrar edilince ise şöyle buyurdu: "Eğer evet deseydim, hac her yıl farz olurdu. Ben sizi kendi halinize bıraktığım sürece, siz de beni kendi halime bırakın. Çünkü sizden öncekiler, peygamberlerine çok soru sormaları ve verilen cevaplara uymamaları yüzünden helâk oldular" (Müslim, Hacc, 412). Başka bir hadiste de şöyle buyurulur: "Allah sizin için dedikoduyu, çok soru sormayı ve malı boşa harcamayı hoş görmedi" (Buhârî, İstikrâz, 19).

Hanefilere göre, kesin delille sabit olan yasağa haram, zannî bir delille sabit olan yasağa ise mekrûh adı verilir. Meselâ; âyette şöyle buyurulur: "O, size murdar ölmüş hayvan etini, kanı, domuz etini, bir de Allah'tan başkası için kesilen hayvanın etini kesinlikle haram kıldı. Ancak kim darda kalırsa, saldırmamak ve sınırı da aşmamak şartıyla bunlardan zaruret miktarınca yemesinde bir sakınca yoktur" (el-Bakara, 2/173). Burada, sübutu ve delâleti kesin olan âyetle konan yasak "haram" niteliğindedir. Haram; mütevatir veya meşhur hadisle de sabit olabilir.

Mekruh, bazı âyetlerde hoşa gitmediği bildirilen, fakat kesin haram olmadığına dair işaret bulunan fiiller olabileceği, bunlar âhâd haber veya mürsel hadis gibi zannî deliller de sabit olabilir. Delilin durumuna göre, mekruh ikiye ayrılır. Tahrimen mekruh, tenzîhen mekruh. Birincisi, harama yakın mekruhlar olup, zannî bir delil ile yapılmaması kesin olarak istenilen bir şey olup, vâcibin karşıtıdır. Erkeklerin ipekli giymesi, altın yüzük takması, karısına karşı adaletli davranamayacağına dair kuvvetli bir zanna sahip olan kimsenin evlenmesi bu tür mekruhlar arasındadır. İkincisi ise, helâle yakın mekruh olup, hoşa giden, beğenilen fiilin (mendub) karşıtıdır.

Tahrimen mekruhu işleyen kimse kınanır, tenzihen mekruhu işleyen kınanmaz. Her iki mekruhu terkeden ise övülür (İbnü'l-Hümâm, a.g.e., VIII, 80-91 vd.; Ebû Zehra, Usûlü'l-Fıkh, Dâru'l-Fikri'l-Arabî tab'ı, t.y, s.45, 46).

Kerâhet vakitleri

Beş vakit vardır ki, bunlara kerâhet veya mekruh vakitler denir. Bunlarda bazı ibadetlerin yapılması yasaklanmıştır.

Ukbe b. Âmir el-Cühenî'den şöyle dediği nakledilmiştir: "Rasûlüllah (s.a.s) bize üç vakitte namaz kılmayı ve ölülerimizi defnetmeyi yasaklıyordu. Güneşin doğmasından itibaren bir veya iki mızrak boyu yükselmesine kadar, güneşin gök yüzünde tam dik oluşundan batıya yönelmesine kadar ve güneşin sararmasından itibaren batmasına kadar" (Müslim, Müsâfîrîn, 293; Ebû Dâvud, Cenâiz 51; Tirmizî, Cenâiz, 41; Nesaî, Mevâkît, 31, 34, Cenâiz, 89; İbn Mâce, Cenâiz, 30; Dârimî, Salât, 142). Bu hadiste belirtilen üç vakit şunlardır:

a. Güneşin doğmasından itibaren, 40-50 dakika sonrasına kadar.

b. Güneşin, başımızın üzerinde, tam dik bulunduğu vakit.

c. Batmazdan önce, güneşin gözleri kamaştırmaz hale gelmesinden, batmasına kadar olan vakit.

Bu üç kerâhet vaktinde ne kazaya kalmış farz namazlar, ne vitir gibi vacip namaz, ne de daha önce hazırlanmış bulunan bir cenaze namazı kılınamadığı gibi, daha önce okunmuş bir secde âyetinden dolayı "tilâvet secdesi" de yapılamaz. Aksi takdirde iâde edilmeleri gerekir. Ancak o günün ikindi namazına güneş batmazdan önce başlanmışsa, yarıda bırakılmayarak tamamlanır. Sabah namazını kılarken güneşin doğması ise, namazın bozulmasına sebep olur. Böyle bir namaz daha sonra iâde edilir.

Bunların dışında iki vakit daha vardır ki, yalnız nâfile namazları etkiler. Ebû Said el-Hudrî'den şöyle dediği nakledilmiştir: " Rasûlüllah (s.a. s)'i şöyle derken işittim: Sabah namazı kılındıktan sonra, güneş doğuncaya kadar başka namaz yoktur. İkindi namazından sonra, güneş batıncaya kadar başka namaz yoktur" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 19, II, 42, III, 95).

Bu iki vakitte yalnız nâfile namaz mekruhtur. Farz ve vacip bir namaz kılmak mekruh değildir. Cenaze namazı kılınabilir, tilâvet secdesi de yapılabilir.

Şamil İA