Kur'an-ı Kerim'in yüzsekizinci sûresi. Üç âyet, on kelime ve kırkiki harften ibarettir. İk ayetinde; kevser'den bahsedildiği için, ona bu isim verilmiştir Kur'an'ın en kısa sûresidir. Diğer bir ismi de "en-Nahr"dır

Bu sûre, "Duha' ve " inşirah" sureleri gibi Hz. Muhammed (s.a.s)'e has, O'nunla ilgili olan bir sûredir. Kevser sûresinde Yüce Allah, müşriklerin çeşitli kötülüklerine, hakaret ifade eden konuşmalarına karşı, Hz. Peygamber (s.a.s)'i teselli etmektedir. Peygambere çeşitli iyiliklerle vaadlarda bulunmakta, O'nu, Allah'a karşı şükür vazifelerini yerine getirme yoluna sevketmekte ve O'nun düşmanlarının acı akıbetlerini haber vermektedir.

Onların nazarında, Resûlüllah (s.a.s)'ın tuttuğu yolun neticesi başarısızlıktı ve O, vefatından sonra unutulup gidecekti. O'nu hatırlayan kimse kalmayacaktı. Bilhassa, câhiliyye dönemindeki Arapların anlayışına göre, erkek çocuğu olmayan insanlar soyu kesik olarak kabul ediliyordu. Öldükten sonra isimlerinin unutulacağını, hiç kimsenin onlarını adını devam ettirmeyeceğini düşünüyorlardı. İşte bu anlayıştan dolayı, Hz. Peygamber (s.a.s)'in oğlu Kasım veya Abdullah vefat ettiği zaman, müşrikler, O'nun zürriyetinin kesik olduğunu, vefatından sonra adının unutulacağını söylüyorlardı. As b. Vaîl ve Ukbe b. Ebî Mu'ayt gibi müşrikler de, buna benzer sözler sarfettiler. Bunun üzerine Kevser sûresi nazil oldu (elKâdî, Esbâbü'n-Nüzul, s.250).

Kevser sûresi, kimi müfessirlere göre Mekke'de ve kimine göre de Medine'de nâzil olmuştur. Mekke'de nazil olduğu kanaati ağırlıktadır.

Yukarıda işaret edildiği gibi, müşriklerin Hz. Muhammed (s.a.s)'i rahatsız edip üzdükleri bir sırada, nazil oldu. Yüce Allah bu sûre ile, Peygamber (s.a.s)'e manevi bir güç ve kuvvet verdi.

"(Ey Muhammed) Biz sana Kevser'i verdik " (1)

Kevser, çokluk mastarından gelen bir kelimedir. Sonsuzluk manasını ifâde eder. İbn Abbas, Saîd b. Cübeyr, İkrime ve Mücahid gibi müfessirler, bu âyette zikredilen Kevser'in, "çok hayır" gibi manalar ifade ettiğini söylemişlerdir (İbn Kesîr, Tefsîrü'l Kur'âni'l-Azîm, IV, 558). El-Beydâvî, de Kevser için; "dünya ve âhiretin şerefi, ilim ve amel bakımından son derece çok olan hayır, demektir" (El-Beydâvî, Envârü't-Tenzîl ve Esrârü't Te'vîl, II, 316) demiştir.

O'nun peygamber olarak seçilmesi ve kendisine Kur'an-ı Kerim gibi ilâhî bir kitabın verilmesi, ifade edilmeyecek derecede büyük bir nimettir. Kendisine verilen ilim ve hikmet bir nimet ve ümmetinin çokluğu ise, ilâhî bir lütuftur. Şu ana kadar dünyanın çeşitli yerlerinde yasamış olan, değişik renkte, değişik dilleri konuşan, değişik milletlere mensup milyarlarca insan O'nun adını andı; O'nun sünnetini takip edip izinde gitti ve kalpleri O'nun sevgisi ile coşup taştı. Bu muhabbet bugün de yaşamaktadır ve kıyamete kadar da devam edecektir.

İşte bütün bunlar, Hz. Muhammed (s.a.s)'e verilen ilahî nimetlerdir. Kevser kelimesi, bütün bu manaları kapsamaktadır.

Bir de Kevser, kıyamet günü haşr meydanında Rasûlüllah (s.a.s)'a verilecek olan bir havuzun ve yine kendisine Cennet'te verilecek olan bir nehrin ismidir.

Bu havuz ve nehir hakkında bir çok hadîs rivayet edilmiştir

"Gerçekten benim havzım Eyle ile Aden arasındaki mesafeden daha uzundur. Allah'a yemin ederim ki, ben bir takım insanları, kişinin yabancıları havuzdan kovduğu gibi kovacağım" (Müslim, Tahâre, 12).

Hz. Enes (r.a)'ın rivayet ettiğine göre, Peygamber (s.a.s) Kevser hakkında şöyle buyurmuştur: "Bu, Allah'ın bana Cennet'te verdiği bir nehirdir. Onun toprağı misktir, suyu sütten daha beyaz ve baldan daha tatlıdır" (Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 89).

"Öyleyse Rabbin için namaz kıl ve kurban kes" (2)..

Bu âyetin tefsîri ile ilgili olarak, müfessirler farklı açıklamalarda bulunmuşlardır. Bazıları namazdan muradı, beş vakit namaz olarak anlamışlar; bazıları da Kurban bayramı olarak anlamışlardır. Bazı âlimler de, bundan muradın mutlak namaz olduğunu söylemişlerdir. Bir kısım âlimlere göre "nahr"dan gaye, namazda elleri bağlamaktır. Namazı elleri kaldırarak tekbir getirme manasında anlayanlar da vardır. Bazıları ise, namaza başlarken, rükû ederken, rükûdan kalktığında elleri kaldırmak olduğunu söylemişlerdir. Ve bazı âlimlere göre "nahr", Kurban bayramı namazını kılmak ve ondan sonra kurban kesmektir. Bu türlü ihtilaflardan dolayı, kurban kesmek farz değil, vacip olarak kabul edilmiştir.

Genel olarak bu âyette, Allah'a samimiyetle yönelerek verdiği nimetlere şükretme, O'nun için namaz kılıp, O'nun için kurban kesmek emredilmiştir.

Kesilen kurbanların üzerine yalnız ve yalnız Allah'ın adının anılması gerektiğinin, Allah'tan başkası adına kesilenlerle, Allah adı anılmadan kesilenlerin haram oluşunun burada yeniden ifade edilmesi gösteriyor ki, bu din, hayatı bütünüyle Şirk'in fenalıklarından arıtıp temizleme konusunda son derece dikkat göstermektedir. Yalnız kafaları ve vicdanlarını değil, hayatın bütünü buna dahildir. Çünkü bu din, apaçık ve saf tevhid dinidir. Bu yüzden de fiiliyatta şirki ortadan kaldırmayı ön plana almıştır. Hayat gizli ve açık yönleri ile bir birliktir. İslâm, hayatı parçalara ayırmaz, her türlü şirk şaibesinden korur. Hayatı samimiyetle ve açıklıkla Allah'a tevcîh eder.

"Asıl sonu kesik olan, sana buğzeden kimsedir" (3).

Yüce Allah bu âyette, Hz. Muhammed (s.a.s)'in oğlunun vefatı münasebeti ile kendisine: "Sonu kesik, adı sanı unutulacak" gibi sözleri söyleyenleri tenkid etmekte ve asıl onların sonunun acı olduğunu açıklamaktadır. Nitekim, Hz. Muhammed (s.a.s)'ın adı, ondört asırdır dünyanın her köşesinde hürmet ve saygı ile anılmakta, günde beş vakit okunan ezanlarda Allah'ın adı ile beraber zikredilmektedir. O'nun emanet olarak bıraktığı İslâm dini, gün geçtikçe, dünyanın çeşitli yerlerine yayılmaktadır. O'nu tenkid eden, kötüleyen, adı sanı unutulacak diyen bedbahtların ise, isimleri çoktan unutulmuştur.

Şamil İA