Peygamberlerin Sıfatları
Bütün peygamberler Allah Teâlâ tarafından seçilip ilâhî elçiler olarak insanlara
gönderildiklerine göre, hepsi birbiriyle kardeş gibidirler. Onlar bir âiledendir ve bir tek
cemaattır: Bütün peygamberler doğru sözlü, sâdık, emîn, akıllı, sağlam karakterli, uyanık
kalpli, yüksek ahlaklı, dünyada ve âhirette itibarlı ve Allah'a en yakın olan sevgili
kullar, ilahi elçilerdir.
Onların diğer insanlardan ayn, kendilerine ait ortak bazı sıfât ve özellikleri vardır. Bu
sıfatlar sayesinde yüce yaratıcı ile kulları arasında elçilik yapma liyakatını kazanmış
olurlar. Allahu Teâlâ şöyle buyurur: "Allah, peygamberliğini kime ve nereye vereceğini daha
iyi bilir" (el-En'âm, 6/l?4). Bütün peygamberlerde ortak olan sıfatları şu beş maddede
toplamak mümkündür: Emânet, sadakat fetânet, ismet, tebliğ.
1. Emânet
Sözlükte, güvenmek, emin olmak, korkmamak ve güvenilir olmak anlamında bir mastardır.
Emânet, peygamberlerin kudsî görevlerini yerine getirmek hususunda ve her konuda emin ve
güvenilir olmalarıdır. Bütün peygamberler son derece emin, güvenilen dürüst ve seçkin
şahsiyetlerdir. Onlardan asla her hangi bir hiyânet meydana gelmez. Çünkü, Allah Teâlâ,
ilâhî vahyini, peygamberlik şeref ve vazifesini hainlere değil, ancak her bakımdan emin olan
sâdık kullarına verir. Peygamberlerini bu gibi emin, sâdık ve dürüst kulları arasından
seçer. Şüphe yok ki Allah (c.c) peygamberlik derecesine kirnin daha lâyık olduğunu en iyi
bilendir.
Kur'an-ı Kerim'de, geçmiş peygamberlerin emânet sıfatlarından söz eden ayetler vardır: Hûd
peygamber, kavmine şöyle demişti: "Size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ediyorum ve ben
sizin için güvenilir bir nasihatçıyım" (el-A'raf, 7/68). eş-Şuarâ Suresi'nde Nuh, Hûd.
Salih, Lut ve Şuayb peygamberlerin kavimlerine, "Şüphesiz ben, size gönderilen emîn bir
peygamberim" dedikleri zikredilir (bkz. 26/108, 125, 143, 162, 178).
Peygamber olmadan önce Hz. Musa için Şuayb aleyhisselâmın iki kızından biri şöyle demiştir:
"Babacığım, onu ücretle çalıştır. Çünkü o, ücretle tuttuklarının en hayırlısı, güçlü ve
güvenilir bir adamdır" (el-Kasas, 28/26). Hz. Musa, Medyen'den Mısır'a peygamber olarak
dönünce Firavun'un kavmine şöyle demişti: "Allah'ın kullarını bana bırakın. Çünkü ben size
gönderilmiş emîn bir peygamberim" (ed-Duhân, 44/18).
Hz. Muhammed de gerek peygamberlikten önce ve gerekse peygamberliği sırasında toplum içinde
en güvenilir bir üstün kişiliğe sahipti. Bu yüzden Mekke'de Kureyş toplumu ona "el-Emîn"
lakabını takmışlardı. Nitekim peygamber olmadan beş yıl önce yapılan Kâbe tamiri sırasında
Hacerul-esved'in yerine konulması şerefini paylaşamayan, Kureyşliler arasında, çatışmaya
varabilecek bir anlaşmazlık çıkmıştı. Bu arada Ebû Ümeyye Velid b. Muğîre'nin, "Şu kapıdan
ilk mescide girecek olanı hakem yapınız" teklifi kabul edildi. Biraz sonra, belirtilen Benü
Şeybe kapısından 35 yaşlarındaki Hz. Muhammed'in girdiği görüldü. Kureyşliler topluca "İşte
el-Emîn, güvenilir kimse, onun hakemliğine razıyız" dediler (İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,
Beyrut 1391, I, 209; İbn Sa'd, Tabakât, I, 146; Abdurrazzâk, el-Musannef, V, 319;
İbnül-Esîr, el-Kâmil, Beyrut 1385/1965, II, 45; Taberî, Tarih, Mısır 1.326, II, 201).
2- Sıdk Sıfatı:
Sıdk, peygamberlerin, ilâhî hükümleri, emir ve yasakları insanlara tebliğde ve verdikleri
her türlü haberde doğru sözlü, sadık olmalarıdır. Peygamberlerin yalan söylemeleri (kizb)
asla caiz değildir. Aksi halde, insanları kendilerine inandırmaları ve onları irşad ederek
doğru yola sevketmeleri mümkün olmaz. Çünkü yalan söylemek, büyük bir günah olduğundan,
pey'gamberlerin "ismet" ve "emanet" sıfatlarıyla bağdaşmaz. Oysa Allah Teâlâ onların
peygamberlik iddialarını tasdik etmek için her birine "Mucizeler" veriyor ve onunla adeta,
"Kulum, peygamberlik iddiasında ve bendendir diye bildirdiklerinde sadıktır" diyor. Hak
Teâlâ'nın yalancıları tasdik etmesi aklen mümkün olmadığına göre, peygamberlerin sıdk
(doğruluk) sıfatı ile vasıflanmaları vâcib; yalan söylemeleri ise imkânsızdır.
Kur'an-ı Kerim'de Allah, peygamberlerini doğruluk vasıflarıyla methetmiştir: "Ey Muhammed!
İnsanlara Kur'an'daki İbrahim kıssasını anlat. Şüphesiz ki o, özü sözü doğru, sıddîk bir
peygamberdi" (Meryem, 19/41);
"Kitapta İdris'i de zikret. Çünkü o, çok doğru bir rıebî idi" (Meryem, 19/55); Hiç bir
peygambere kavmi; "biz seni daha önce yalancı tanıyorduk" diyememiştir.
Peygamberlerin emânet sıfatı, onların diğer insanlarla münasebetlerinde güvenilir olmaları
yanında; asıl vahiy üzerinde emîn olmayı, Allah'ın emir ve yasaklarını insanlara
değiştirmeden, arttırıp-eksiltmeden tebliğ etmesidir. Kur'an'da, "O Peygamberler Allah'ın
gönderdiklerini tebliğ ederler, O'ndan korkarlar ve O'ndan başka hiç bir kimseden
korkmazlardı. Hesap görücü olarak Allah yeter" (el-Ahzâb, 33/39) buyurulur. Bir peygamberin
emânete hıyânet etmesi, O'nun kutsal görevi ile bağdaşmaz. "Bir peygamber için emânete
hıyânet etmek olur şey değildir” (Âl-i İmrân, 3/161)
3- Fetânet Sıfatı
Fetânet, peygamberlerin üstün bir akıl ve zekâya, kuvvetli bir hâfıza ve yüksek bir ikna
gücüne sahip olmalarıdır. Her peygamberin, şerefli ve yüce olduğu kadar da ağır ve çok
mesuliyetli olan peygamberlik görevini eksiksiz ve mükemmel bir şekilde yerine getirebilmesi
için, böyle üstün bir zekâya ve yüksek vasıf ve yeteneklere sahip olması gerekir. Aksi
halde, gönderildikleri milletlere karşı kuvvetli hüccet (kesin delil) ikame edemez, onları
ikna veya ilzam işin gerekli güzel mücadeleyi yapamazlar; kendilerine inananları irşad
ederek onları hak ve hidayete sevkedemezler.
O halde peygamberler, en akıllı, en zeki ve en kaabiliyetli mümtaz şahsiyetlerdir. Haklarında
zayıf akıl ve zayıf hâfıza, delilik ve gaflet gibi noksan sıfatlar asla caiz değildir.
Kur'an'da peygamberlerin üstün zekâ ve kabiliyetlerine işaret eden ayetler vardır:
"Kur'an vahyedilirken, henüz bitmeden okumaya kalkma. Rabbim ilmimi artır, de" (Tâhâ,
20/114); "Ey Muhammed, Cebrâil sana Kur'an'ı okurken, acele ederek onunla birlikte dilini
oynatma. Onu bir araya toplamak ve okutmak şüphesiz bizim işimizdir" (Kıyâme, 75/16-17).
Vahyin gelişi sırasında ezberlemek işin dilini Kur'an'la hareket ettirmesi onun fetânet ve
zekâsındandır. Yine vahiy tamamlanmadan önce, ayetleri yeniden okumak için acele etmesi,
peygamberin zekâ olgunluğunu gösterir. Çünkü O, böylece, zaten Cenab-ı Hakkın yardımı
sayesinde hâfızasına yerleşecek olan vahyi, kendi zekâ gücü ile ezberinde tutmaya
çalışmaktadır.
4- İsmet Sıfatı
İsmet, peygamberlerin gizli ve aşikâr her türlü masiyetten, günahtan ve peygamberlik
şerefiyle bağdaşmayacak hareketlerden uzak bulunmalarıdır. İsmet'in, yani nezâhet ve
mâsumiyetin zıddı olan, her türlü günah ve âdi davranışlar, peygamberler hakkında muhaldir.
Çünkü, eğer peygamberlerin günâh ve suç işlemeleri veya ismet ve nezahete yaraşmayan
uygunsuz hareketler yapmâları onlar hakkında caiz olsaydı, biz insanların da onlara uyarak
çirkin şeyler yapmamız normal karşılanır ve günah sayılmazdı. Zira peygamberler bizim
uymamız gereken güzel örneklerimizdir. Bu bakımdan, peygamberlere uymak ve onlara itaatla
emredildik. Halbuki Allah Teâlâ, kullarına günah işlemeyi ve günahkârlara itaatı emretmez ve
bu gibileri peygamber olarak seçip göndermez. Bu sebeble, Ehl-i sünnete göre; peygamberler
asla büyük günah işlemezler. Sehven (yanılarak) "zelle" cinsinden küçük günah işlemeleri
caizdir. Ancak, bunda ısrar etmezler, derhal ikaz edilirler ve bir daha aynı hataya
düşmezler.
İsmet'in peygamberlerde bulunması gereken bir sıfat olduğunda, tüm İslâm bilginleri görüş
birliği işindedir. Ancak niteliği ve kapsamı üzerinde han görüş ayrılıkları mevcuttur.
Maturidilere göre, peygamberin günahtan korunmuş olması, onu tâate zorlamadığı gibi; günah
işlemekten de aciz bırakmaz. Ancak ismet, Allah'ın bir lütfu olup, peygamberi hayır yapmaya
sevkeder, kötülükten de alıkor. Fakat ilâhi imtihanın gerçekleşmesi için onda yine de irâde
mevcuttur (Sabunî, el-Bidâye, terc. Bekir Topaloğlu, Ankara 1979, s. 121-122). İsmet,
peygamberler iğin gerekli bir sıfattır. Çünkü peygamberlerin günah işlemeleri, yalan
söylemeleri caiz olsaydı; verdikleri haberlerin doğruluğuna güvenilmezdi. Bu durum, onların
Allâh'ın hucceti olma özelliklerine gölge düşürürdü.
Peygamberlerden günah (fısk) sâdır olsaydı, bu onların şâhitlik ehliyetini ortadan
kaldırırdı. Kur'an'da: "Ey iman edenler! Size bir fâsık haber getirirse, onun doğruluğunu
araştırın" (Hucurat, 49/6) buyurulur. Yüce Allah fâsığın şehâdetini kabulde tedbirli olmayı
ve duraksamaya emrediyor. Peygamberden fıskın sudûru halinde dünyadaki şahitliği düşünce;
ahiretteki ümmetine olan şahitliği de düşer. Halbuki Kur'an'da, "Böylece sizi orta bir ümmet
yaptık ki, insanlara şâhit olasınız. Peygamber de size şâhit olsun " (el-Bakara, 2/ 143).
Kıyamette şâhitliği bildirilen kimsenin, dünya şâhitiği de teyid edilmiş olmaktadır
(er-Râzî, İsmetü'l-Enbiyâ, Kahire 1986, s. 41-42; Mefatih'ul Gayb, III, 8).
Peygamberler iyiliği emir ve kötülükten sakındırmaya çalışırlar. Kendileri tâatı terkedip,
masıyeti işleselerdi, şu ayetlerin muhatabı olurlardı:
"İnsanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz?" (el-Bakara, 2/44); "Ey insanlar,
niçin yapmayacağınız şeyi söylüyorsunuz! Yapamayacağınız şeyi söylemek Allah nezdinde en
sevilmeyen bir şeydir" (es-Sâf, 61/2-3). Diğer yandan, uyanlarının onları kötülükten
menetmeleri gerekirdi ki bu, peygambere karşı bir zorlama ve eziyet olurdu. Kur'an'da bu
yasaklanmıştır. "Allâh ve Resulüne eziyet edenleri, o, dünya ve ahirette lanetledi"
(el-Ahzâb, 33/23; er-Râzî, Mefâtihu'l-Gayb, III, 8; İsmetü'l E'nbiyâ, s. 42, 43).
Ehl-i sünnete göre, peygamberlerin masum oluşu vahiyden sonra sabittir. Kur'an-ı Kerim'de
bazı peygamber kıssaları anlatılırken, onların günah işlediklerini düşündüren örneklere
rastlanır. Hz. Adem'in cennette yasak meyveyi yemesi (el-Bakara, 2/35-37; el-A 'râf. 7/20,
21, 23); Nuh aleyhiselâmın iman etmeyen oğlunu gemiye almak iğin duâ etmesi (Hud, 11/45-47);
Hz. İbrahim'in putları kendi kırdığı halde, kavmine kimin kırdığını büyük puttan sormalarını
istemesi (el-Enbiyâ, 21/57, 62, 63); Hz. Lût'un eş cinsel erkeklere kendi toplumunun
kızlarını teklif etmesi (Hud, 11/77-79); Hz. Musa'nın bir şahsın ölümüne sebep olması
(Kasas, 28/15); Hz. Yunus'un kavmini izinsiz terketmesi (el-Enbiyâ, 21 /87-88); Hz. Davud'un
davacıyı dinleyip davalıyı dinlemeden davacı lehine hüküm vermesi (Sâd, 38/21-25); Hz.
Muhammed'in kâfirlerin reislerini İslâm'a davet ettiği sırada gelip, soru soran ve bir ama
olan Abdullah b. Ümmü Mektûm'a yüzünü buruşturması ve sırtını dönmesi (Abese, 80/1-12) örnek
verilebilir. Ancak bu ve benzeri peygamber kıssalarında görülen hallerin bazıları ya
peygamberlikten önceye aittir veya bunlarla ilgili nakiller muteber değildir. Bazıları da
peygamberlerin şanına yakışacak biçimde açıklanmıştır. Çünkü eğer peygamberlerin günah
işlemesi mümkün olsaydı, onların sözüne güvenilmez ve böylece ilâhî huccet gerçekleşmiş
olmazdı.
Şamil İA