Tebük Yolculuğunun Başlaması
Hz. Peygamber (s.a.s) Tebük gazasını Medîne'den Hicretin 9. yılı Recep ayında perşembe günü
çıkmıştı. Çünkü O, cihada perşembe günü çıkmayı severdi. Bu, Resulullah (s.a.s)'ın sonuncu
gazası oldu.
Medine'de vekil bırakılan Hz. Ali için münafıkların "Muhammed, Ali'yi onda görüp hoşlanmadığı
bir şey için geri bırakmıştır" gibi dedikodular yapması üzerine, Hz. Ali silahlanıp Cürf
mevkiinde Hz. Peygamber'e yetişti. Resulullah'ın geliş nedenini sorması üzerine hakkındaki
dedikodudan söz etti. Hz. Peygamber; "Onlar yalan söylemişlerdir. Ben seni arkamda
bıraktıklarıma vekil tayin ettim. Hemen geri dön, gerek benim ev halkım ve gerekse senin ev
halkın içinde vekilim ol. Sen bana göre, Musa'ya göre Harun'un durumunda olmak istemez
misin? Ancak benden sonra Peygamber gelmeyecektir" dedi. Hz. Ali; "Ey Allah'ın elçisi
öyledir" diye cevap verdi ve Medîne'ye geri döndü" (İbn İshak, İbn Hişâm, Sîre, IV, 163, İbn
Sa'd, Tabakât, III, 24 25, Taberî, Tarih, III, 144, İbnü'lEsîr, el-Kâmil, Beyrut 1385/1965,
II, 278).
Hz. Peygamber'in komutasındaki onbin kişilik İslâm ordusu Medine'den Tebük'e kadar onsekiz
yerde konakladı, ondokuzuncu konaklama yeri Tebük oldu. Bu konaklama yerlerinde namaz
kılınan yerler günümüzde de adlarıyla mescit olarak bilinmektedir. Zülhuşub, Feyfâ,
Zülmerve, Rak'a ve Vâdilkurâ mescidleri gibi .
Yolculuk sırasında ve konaklama yerlerinde pek çok ibretli ve hikmetli olaylar
vuku buldu. Allah'ın elçisi yol boyunca öğütlerini sürdürdü. Bunlardan bazıları şunlardır:
1- Sekizinci konaklama yeri olan Hicr'da olanlar:
Hicr, Semûd kavminin yaşayıp helâk olduğu yerdir. Salih Peygambere isyan eden bu topluluğu
Yüce Allah korkunç bir haykırışla helâk etmişti (bk. el-A'râf, 7/73-9; el-Hicr, 15/80-84;
eş-Şuarâ, 26/141-159; Hûd, 11/61-68; en-Neml, 27/45-53). Hz. Peygamber bu kavmin mucizeleri
gördükleri halde peygamberlerine karşı gelmelerini açıkladı ve bu yerden hızlı geçilmesini
emir buyurdu.
Hicr kuyularından alınan suları döktürdü ve bununla hazırlanan ekmek hamurlarının develere
yedirilmesini emir buyurdu (Vâkıdî, Megâzî, III, 1008; Ahmed b. Hanbel, II, 9: Asım Köksal,
a.g.e., IX, 185 vd.). Böyle hüzünlü bir beldeye neş'eyle girilmesini, Hıcr'da oturan halkla
temas etmemelerini emir buyurdu (Vâkıdî, Meğâzî, III, 1008; Ahmed b. Hanbel, V, 231).
Allah elçisi, Hicr'da gece şiddetli kasırganın kopacağını, bu yüzden kimsenin yanında
arkadaşı olmaksızın dışarı çıkmamasını ve develerin dizlerinin bağlanmasını bildirdi.
Kasırga çıktı ve uyarıya uymayan iki kişiden birisi nefes darlığına uğradı, diğerini fırtına
sürükledi.
Mücahitler Hicr'da sabahlayınca şiddetli susuzlukla karşılaştılar. Allah elçisi özellikle Hz.
Ebû Bekir'in yağmur duası yapmasını istemesi üzerine, ellerini kaldırıp yağmur için dua
etti. Daha ellerini indirmeden yağmur yağmaya başlamıştı (İbn İshak, İbn Hişâm, Sîre, IV,
165; Taberî, Tefsîr, XI, 55; Tarih, III, 144). Bunun üzerine daha önce; "Muhammed hak
peygamber olsaydı, Musa peygamber'in Allah'tan yağmur istediği ve yağdırdığı gibi, O da
yağmur ister ve yağdırırdı" diyerek dedikodu yapan münâfıklar seslerini kesmişlerdi.
2- Hz. Peygamber'in devesi "Kasvâ"ın kaybolması:
Bir konaklama yerinde Resulullah (s.a.s)'in devesi Kasvâ kaybolmuş ve aramalara rağmen
bulunamamıştı. Benî Kaynuka Yahudilerinden müslüman olan Zeyd b. Lusayt adlı münafık;
"Kendisinin peygamber olduğunu söyleyen ve size göklerden haberler veren Muhammed bugün
kaybolan devesinin yerini bile bilmiyor" diyerek müminlerin kalbine şüphe sokmaya
çalışıyordu. Bunu haber alan Resulullah (s.a.s), Cebrail (a.s) haber vermesi üzerine devenin
bulunduğu yeri ve ipinin bir dala takılı bulunduğunu bildirdi ve "Allah'a yemin olsun ki,
gerçekten ben, bir şeyi Allah bana bildirmedikçe bilemem" buyurdu. Gerçekten o yana giden
sahabiler deveyi bulup getirdiler (İbn İshak, İbn Hişâm, Sîre, IV, 166, 167; Vâkıdî, a.g.e.,
III, 1010).
Zeyd b. Lusayt bu olaydan sonra, ertesi sabah kalbindeki Hz. Muhammed'in peygamberliği
konusundaki şüphelerinin yok olduğunu söylemiştir (Vâkıdî, Megâzî, III, 1010). Bazıları onun
tövbe ettiğini söylerken Hârice b. Zeyd gibi bazı sahabiler de onun tövbe ettiğini kabul
etmemişlerdir (İbn İshak, İbn Hişâm, IV, 167;Vâkıdî, a.g.e., III, 1010).
3- Abdurrahman b. Avf'ın imam oluşu:
Hicr'le Tebük arasında bir konaklama yerinde tan yeri ağardıktan sonra Allah elçisi
ihtiyacını gidermek için uzak bir yere gitmişti. Cemaat güneşin doğmasından korkarak
Abdurrahman b. Avf (r.a)'ı öne geçirdiler. Hz. Peygamber abdest alıp dönünce Abdurrahman
rukû'da idi. Cemaat Resulullah'ın geldiğini anlayınca neredeyse namazı bozacaklardı.
Abdurrahman da imamlıktan çekilmek istedi. Fakat Resulullah (s.a.s)'in işareti ile namaza
devam etti. Allah elçisi bir rekâtı imamla, bir rekâtı da selãmdan sonra ayağa kalkarak tek
başına kıldı. Namaz bitince de; "Güzel yaptınız" buyurdu (Ahmed b. Hanbel, IV, 247; Vâkıdî,
Megâzî, III, 1011).
4- Abdestte tek yıkama ve mestlere meshetme:
Avf b. Mâlik'ten rivayete göre, Hz. Peygamber Tebük seferi sırasında yolcular için mestler
üzerine üç gün üç gece, mukîm olanlar için bir gün bir gece süreyle meshedilmesini emir
buyurmuştur (Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 27). Hz. Ömer'in bildirdiğine göre abdest
alınırken abdest azaları birer defa yıkanmakla yetinilmiştir (Ahmed b. Hanbel, 1, 23).
5- Vaktinde kılınamayıp kaza edilen sabah namazı:
Yolculukta Allah elçisi uykuda iken kaldırılmamış ve sabah namazı vakti çıkıp güneş bir
mızrak boyu yükselmişti. Resulullah (a.s) Bilâl'e: "Ben sana bu gece bizi bekle ve sabah
olunca uyandır" demedim mi?" buyurdu. Bilâl: "Seni uyutan beni de uyuttu" dedi. Hz.
Peygamber o yerden kalkıp biraz gittikten sonra, önce sünneti sonra da farzı kaza etti
(Vâkıdî, Megâzî, III, 1015, 1016).
6- Hz. Peygamber'in Tebük'te ashabı ile istişare etmesi:
Tebük'e geldikten sonra Şam üzerine yürünüp yürünmemesi konusunda Allah elçisi ashabı ile
istişare etti. Hz. Ömer: "Eğer gitmekle emrolundun ise git" dedi. Hz. Peygamber: "Eğer bu
konuda Allah tarafından emrolunmuş bulunsaydım, size danışmazdım" buyurdu. Bunun üzerine Hz.
Ömer: "Ey Allah'ın Resulu orada Rumlar çok fazladır, müslümanlardan tek kişi bile yoktur,
senin bu derece yakına gelmen onları korkutmuştur. Uygun bulursanız bu yıl buradan geri
dönülsün veya yüce Allah bu konudaki buyruğunu bildirir" Bunun üzerine Hz. Peygamber
Tebük'ten ileri geçmedi (İbn İshak, İbn Hişâm, Sîre; IV, 170; İbn Sa'd, Tabakâl, II, 166;
Vâkidî, a.g.e., III, 1019).
7- Diğer peygamberlere verilmeyip yalnız Hz. Muhammed'e verilen beş haslet:
Hz. Peygamber Tebük'te gece namazını (teheccud) çadırının önünde kıldığı bir
gece, yanına gelen sahabilerle sohbet ederken şöyle buyurmuştur: "Benden önceki
peygamberlerden hiç birisine verilmeyen şu beş şey bana verilmişti:
a- Önceki peygamberler yalnız bir kavme gönderilmişken, ben bütün insanlara gönderildim.
b- Yeryüzü bana mescit ve temizlik aracı kılındı. Bu yüzden namaz vakti nerede olursa
teyemmüm edip namazımı kılarım. Önceki ümmetler ise ibadetlerini ancak Kilise ve Havralarda
yapabilirdi.
c- Savaş ganimetleri bana helal kılındı. Halbuki önceki peygamberlere helâl kılınmamıştı.
d- Bana şefaat makamı verildi.
e- Ben bir aylık uzak yerdeki düşmanın kalbine korku salmakla yardım olundum" (bk. Buhârî,
Teyemmüm, 1, Salât, 56; Müslim, Mesâcid, 3, 4, 5; Ebû Dâvud, Salât, 24; Tirmizî, Mevâkît,
119, Siyer, 5; Nesâî, Cusl, 26; İbn Mâce, Tahâre, 90; Dârimî, Salât, 111, Siyer, 28; Ahmed
b. Hanbel, I, 250, 301, II, 222, 240, 250, 312; Vâkıdî, Megâzî, III, 1021 vd .).
Hz. Peygambere ve ümmetine ayrıcalık sağlayan bu niteliklerin Bizans'a karşı yapılan böyle
büyük bir harekât sırasında açıklanması şu noktaları akla getirmektedir.
Çevrede en güçlü olarak bilinen Doğu Roma imparatorluğuna karşı durabilecek bir güce sahip
olan İslâm topluluğu, yakında bu yöreleri ele geçirecek ve rum diyarı İslâm'a girecek,
böylece arap toplumları dışına çıkan İslâm evrensellik özelliğine kavuşacaktır .
İslâm ordusu yolculuk sırasında günlerce çeşitli yer ve mevkilerde, arz üzerinde farz ve
nafile namazları kılmış ve böylece ibadetin yalnız mescidlerde yapılabileceği imajı yerine
namaza evrensel bir mescid anlayışı kazandırılmıştır. Abdest ve gusülde de su yerine,
gerektiğinde teyemmümle yetinmenin uygulamaları yapılmıştır.
Bu gibi askeri hareketlerde zafer sonrası elde edilecek ganimetlerin beşte biri beytülmalin,
beşte dördü de gazilerin hakkı olmak üzere meşrû kılınmıştır. Bu da savaşlarda ayrı bir
teşvik unsurudur (bk. "Ganimet" mad .).
Çevrede bir aylık uzak yerde bulunan düşman o gün için Doğu Roma İmparatorluğu ve bunların
başkanı Heraklius olmalıdır. İmparatorun ve askerlerinin kalbine korku düştüğü için Hicaz'a
saldırıp yakıp yıkmak üzere yola çıktıkları halde bu cesareti gösterememişlerdir. Güçlü
İslâm ordusunun hazırlıklı, düzenli ve her çeşit savaş rizikosunu göze alarak Tebük'e kadar
gelmesi, güç dengesini psikolojik bakımdan Müslümanların lehine çevirmiştir. Böylece düşman
için, savaş olmasa bile güç hazırlamayı emreden ayetin hükmü gerçekleşmiştir .
Ayette şöyle buyrulur: "Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve savaş atları
hazırlayın ki, bununla Allah'ın düşmanı ve sizin düşmanınızı ve daha bundan başka sizin
bilmediğiniz, fakat Allah'ın bildiği diğer düşmanları korkutasınız. Allah yolunda ne
harcarsanız, karşılığı size eksiksiz ödenir, asla haksızlığa uğratılmazsınız" (el-Enfâl,
8/60).
Hz. Peygamber Tebük'te bulunduğu sırada Halid b. Velid'i dört yüz atlı ile bir hristiyan
topluluk olan Dûmetülcendel'in kralı Ükeydir b. Abdilmelik üzerine gönderdi. Dûmetülcendel
Şam yolu üzerinde Tebük'e yakın, sulu, hurma ve ekinleri bol, büyük bir ticaret merkezi idi.
Halid b. Velid az sayıda bir askerle bilmedikleri bir yörede kralı nasıl bulacaklarını
sorunca, Allah elçisi onu "yabanî sığır avlarken bulup yakalayacağını" haber verdi.
Gerçekten Halid ve arkadaşları kaleye yaklaştıkları sırada normal kırsal kesimde az rastlanan
bir yaban sığırının kale kapısına yaklaşmakta olduğunu gördüler. Yukarıdan Ükeydir ve ailesi
de bu semiz hayvanı görmüşlerdi. Ükeydir silahlanıp birkaç adamı ile birlikte sığırı avlamak
üzere kaleden dışarı çıkınca da onu yakaladılar ve elleri bağlı olarak kalenin önüne
getirdiler .
Orada Halid'le Ükeydir arasında yapılan anlaşmaya göre, Ükeydir Müslümanlara: İki bin deve,
sekiz yüz at, dört yüz zırh gömlek, dört yüz mızrak vermek ve Ükeydir ile kardeşi Mudad Hz.
Peygamber'e kadar götürülüp haklarında Allah elçisi hüküm vermek üzere sulh oldular. Bundan
sonra kaleye girilerek belirlenen ganimet malları teslim alındı (bk. Vâkıdî a.g.e., III,
1027, 1034; İbn İshak, İbn Hişam, Sire, IV, 169 vd; İbn Sa'd, Tabakât, II, 62, 166).