Hicret'in üçüncü yılında Uhud dağı civarında müşriklerle yapılan savaş.
Uhud savaşından önce Kureyş'in öfkesi kabarmış, kin ve intikam duyguları artmıştı. Bedir'de
yakınlarını kaybeden Utbe kızı Hind ".. Muhammed'le arkadaşlarından öç almadıkça içim
rahatlamayacak, Muhammed'le savaş yapmadıkça koku sürünmek bana haram olsun. Sevdiklerimin
intikamının alındığını gözümle görmedikçe bana sevinmek yok!" diyordu. Ebu Süfyan ve başkaları
da buna benzer şekilde and vermişlerdi. Ebu Süfyan'ın yürüttüğü kervanın malları Daru'n-nedve'de
topluca durmaktaydı. Müşriklerin ileri gelenleri, herkese katılma payını verdikten sonra geri
kalan kâr ile güçlü bir ordu hazırlanmasına karar verdiler. Onlara göre Müslümanlar Kureyş
büyüklerini öldürmüşlerdi, onların intikamını almak gerekliydi. Bedir'de yakınları öldürtücüler
karalar giyinmiş vaziyette kabileler arasında dolaşıyor, şairler mersiyeler söyleyerek Araplar
savaşâ teşvik ediyorlardı.
Putperest Kureyşliler Mekke dışındaki Arap kabilelerinin de katılmasıyla 3000 kişilik bir askerî
kuvvet hazırladılar. Bu kuvvette 700 zırhlı, 200 atlı süvari, 3000 deve vardı. Aralarında, başta
Ebu Süfyan'ın karısı Hind olduğu halde 14 tane de kadın vardı. Bedir'de babasını ve öteki
yakınlarından bazılarını kaybetmiş olan Hind'in kalbini iğrenç bir intikam duygusu bürümüştü.
Amcası Abbas (r.a) Hz. Muhammed (s.a.s)'i çok severdi. Bu sebeple bir mektup yazarak Kureyş'in
savaş hazırlıklarını yeğenine bildirdi. Peygamberimiz (s.a.s) amcasından gelen mektubu okuttu ve
mektupta bildirilen haberi gizli tutarak keşifçiler gönderdi. Keşifçilerin getirdiği haberler
mektupta amcasının bildirdiklerine aynen uyuyordu. Düşman büyük bir ordu hazırlamıştı ve
Medine'ye doğru ilerliyordu.
Bunun üzerine Resulullah (s.a.s) bir savaş meclisi kurarak meseleyi ayrıntılı olarak ashabıyla
görüştü. Resulullah (s.a.s) düşmanı şehrin dışında karşılamayıp şehri içerden savunmak
görüşündeydi. Fakat özellikle Bedir savaşına katılan gaziler hakkında nazil olan övücü ayetlerin
etkisinde kalan gençler, düşmanın dışarıda karşılanmasından yana idiler. Düşmanla bir meydan
savaşı yapmak istiyorlardı:
Resulullah (s.a.s) ashabın isteklerini kırmayarak düşmanı karşılamak üzere kılıcını kuşandı,
zırhını giydi. Münafıkların reisi Abdullah b. Ubey b. Selül şehrin içinde kalınarak savunma
yapılmadığını bahane ederek 300 kişilik kuvvetini geri çekti. Gayesi savaşmak değildi.
Müslümanları düşman karşısında güçsüz bırakmak istiyordu. Böylece Müslüman ordusunun mevcudu
1000'den 700'e düşmüş bulunuyordu.
İslâm Ordusunun Harp Alanına Hareketi
Düşman, Medine'nin yegane açık sahası olan kısımdan içeriye sızarak karargâhını Uhud dağının
Medine'ye bakan eteklerinde kurmuştu. Resulullah (s.a.s) 700 Müslümanla Cumartesi sabahı
Uhud dağına ulaştı. Sırtını dağa vererek karşıdaki çorak arazide yer tutan düşmana karşı saf
tuttu. Düşmanın düşüncesi Müslüman ordusunu mağlub ettikten sonra şehri yağmalamaktı. Bunun
için Medine'nin yakınında Uhud önleri savaş sahası seçilmişti.
Resulullah (s.a.s) Bedir'de olduğu gibi bu savaşta da İslâm ordusunu savaş düzenine göre
yerli yerine yerleştirdi, düşmanın sızabileceği, kuşatma yapabileceği geçit ve gedikleri de
okçularla korudu ve özellikle ordunun sol tarafındaki dağın vadisini beklemek üzere Abdullah
b. Cübeyr kumandası altında elli kişilik, okçu birliğini bıraktı ve "Düşman yense de,
yenilse de kesinlikle yerlerinizden ayrılmayınız. " diye tembihte bulundu.
11 Şevval 3 (27 Mart 625) Cumartesi günü savaş teke tek vuruşmalarla başladı; Hz. Ali, Hz.
Hamza ve öteki İslâm savaşçıları hasımlarını öldürdüler. Sonra savaş kızıştı. Resulullah
(s.a.s) almış olduğu askerî tedbirler ve uygulamış olduğu planlar sayesinde ilk safhada
Müslümanlar galip geldiler.
Hz. Hamza'nın şehid edilmesi
Resulullah (s.a.s)'in amcası Hz. Hamza kükremiş bir arslan gibi düşmana kılıç sallayarak
ilerliyor, hasımlarını kırıp geçiriyordu. Diğer Müslümanlar da ellerinden gelen çâbayı
gösteriyorlardı. Düşmanlar da olanca gayretleriyle kılıca sarılmalarına rağmen bozguna
uğramaktan kendilerini kurtaramadılar. Tef çalarak askerlere moral veren düşman kadınları
bile korku içinde dağ yamacına tırmanmaya, kaçmaya başladı. Bununla beraber henüz kesin
netice alınmış değildi; düşmanın hızlı bir şekilde takibi ve dönmeyeceği bir noktaya kadar
kovalanması gerekiyordu. Halbuki bu inceliği ve harp usulünün bu yönünü bir an unutarak
gaflete düşen ve dünyalığa meyleden Müslümanlar kılıçlarını bırakıp ganimet toplamaya
koyulmuşlardı. Ordunun gerisindeki vadiyi bekleyen elli okçu da kumandanlarının ısrarlarına
rağmen Resulullah (s.a.s)'in kesin emrini unutarak "Kardeşlerimiz üstün geldi, biz niye
bekleyelim" diyerek yerlerinden ayrıldılar, ganimet toplamaya giriştiler.
İşte bu sırada böyle bir anı gözetlemekte olan 200 kişilik düşman süvari birliği komutanı
Halid b. Velid az sayıdaki İslâm okçusunun kaldığı geçidi rahatça ele geçirerek İslâm
ordusunu arkasından vurmaya başladı. Bunu gören müşrikler geri döndüler ve yeniden hızlı bir
saldırıya giriştiler. Böylece Müslümanlar iki ateş arasında kaldılar, üstünlüğü sağlamışken
dünyalığa dalmaları ve Peygamber'in emrini çiğnemeleri yüzünden zor durumlara düştüler. İşte
bu safhada Hazma (r.a) Ebu Süfyan'ın karısı Hind'in kölesi Vahşi tarafından mızrakla
vurularak şehid edildi. Resulullah (s.a.s)'in Hicretten evvel Medine'ye tayüz ettiği ilk
öğretmen Mus'ab b. Umeyr (r.a) de bu esnada şehid düşenler arasındaydı. Mus'ab (r.a) sima
itibariyle Resulullah'a benzediğinden şehit düştüğünde, onu şehit eden kimse Resulullah
(s.a.s)'i öldürdüğünü haykırıyordu. Bu durum Müslümanların daha da dağılmasına sebep oldu.
Ancak kısa zaman sonra Resulullah (s.a.s)'in sağ olduğu anlaşıldı. Uhud dağının hemen
eteklerinde bulunan Resulullah(s.a.s)'in çevresi büyük çarpışmalara sahne oldu. Müslümanlar
onun etrafında dönüyorlar gerektiğinde kollarını, bacaklarını kalkan yerine kullanıyorlardı,
Hz. Talha bu yolda kolunu kaybetmişti. Sa'd b. Ebi Vakkas (r.a)'a ise Resulullah ok veriyor
ve: "Anam babam fedâ ol sun, at yâ Sa'd" diyor; oklarının isabet etmesi için Allah'a dua
ediyordu. Müşrikler Resulullah (s.a.s)'ı öldürmek için hücum ettikçe Müslümanlar onun
çevresinde giderek çoğalmışlar ve çetin bir savunma hattı kurmuşlardı. Düşman bu hattı
yaramayacağını anlayınca geriye çekilmek durumunda kaldı ve böylece savaş üçüncü safhada
denk bir duruma geldi. Ebu Süfyan karşı dağa, Resulullah (s.a.s)'da Uhud'a doğru tırmandı ve
bugün hâlâ ziyaret edilen mağarada dinlendi. Resulullah (s.a.s)'ın dişi kırılmış, yanağı
yarılmıştı. Kızı Fatma onu tedavi etti. Ebu Süfyan ile Hz. Ömer'in karşılıklı konuşması da
bu esnada cereyan etmişti.
Kureyşli müşrikler bu savaşta o kadar vahşiyane şeyler yapmışlardı ki, belki tarihte
benzerine az rastlanırdı. Müslümanlar bu savaşta 70 şehid vermişlerdi. Düşmanlar özellikle
de müşrik kadınlar şehid Müslümanların burunlarını ve kulaklarını kesiyorlardı. Ebu
Süfyan'ın karısı Hind ve öteki bazı müşrik kadınları Müslüman şehidlerin organlarından
yaptıkları gerdanlıkları boyunlarına takmışlardı. Ayrıca Hind, Hz. Hamza'nın ciğerini
çıkartarak ağzında çiğnemek iğrençliğini gösterebilmişti.
Uhud'tan ayrılan Ebu Süfyan bir süre sonra geri dönerek Medine'ye saldırmak ve başladıkları
işi tamamlamak isteğine kapılmıştı. Esasen böyle bir durumu, Resulullah (s.a.s) tahmin
etmiş, 70 şehid ve yaralıya rağmen savaşın hemen ertesi Pazar günü düşmanı takibe karar
vermişti. Resulullah (s.a.s) 70 kişilik süvari birliği ile 8 km. Kadar müşrikleri takibetti.
Sonra konaklayarak üç gün bekledi. Geceleri ateş yaktırarak düşmana savaştan yılmadıkları
mesajını veriyordu. Müslüman olmadığı halde Müslümanların dostlarından olan Huzaa
kabilesinden Mabed-i Huzâî, Resulullah (s.a.s)'i gördükten sonra Ebu Süfyan'a giderek onun
arkadaşlarıyla birlikte savaş için geldiklerini söylemiş, Ebû Süfyan da yeni bir vuruşmayı
göze alamayarak Mekke'ye gitmiş ve Medine'ye saldırmaktan vazgeçmişti. Böylece Müslümanlar,
bu savaşta birinci safhada üstünlük sağlamışlar, gaflet ve dikkatsizlik neticesinde ikinci
safhada ilahî bir imtihana uğratılarak mağlubiyet acısı kendilerine tattırılmış, fakat
üçüncü safhada durum denkleşmişken Resulullah (s.a.s)'in cesaretle takibi neticesinde düşman
korkutulmuş ve üstünlük tekrar Müslümanlara geçmişti.
Savaştan Bazı İlginç Tablolar
Enes b. Mâlik diyor ki: Amcam Enes b. Nadr'ı Uhud meydanında öldürülmüş olarak bulduk;
üzerinde 80 kadar kılıç, süngü ve ok yarası vardı. Müşrikler işkence yapmış olduklarından,
kimse onu tanıyamadı, yalnız kız kardeşi parmaklarından tanıdı. Biz şu ayetin amcam ve
benzeri hakkında inmiş olduğunu sanıyoruz: Müminlerden bir çok kimseler Allah'a vermiş
oldukları sözlerini yerine getirdiler" (el-Ahzâb, 33/23).
Hz. Hamza'nın kız kardeşi, Müslümanların bozguna uğradığı haberini alınca Medine'den savaş
alanına gelmişti. Bunu farkeden Resulullah (s.a.s) Hz. Zübeyr'e, Hamza'nın cesedinin
parçalanmış vaziyette ona gösterilmemesini tenbih etmişti. Bunu hisseden Safiyye,
"Kardeşimin şehid olduğunu biliyorum. Allah yolunda böyle fedakarlıklar her zaman gerekir"
demiş ve parça parça edilmiş kardeşinin cesedini görünce de, Hepimiz Allah'ın mülküyüz ve
O'na döneceğiz"demek suretiyle büyük bir teslimiyet örneği gösterebilmiştir.
Ensar'dan bir kadın da savaşta babasını, kardeşini ve kocasını kaybetmişti., Bunları haber
aldıkça hep Hz. Muhammed (s.a.s)'in sağ olup olmadığını soruyordu. Onun sağ olduğunu
öğrenince; "Sen sağ olduktan sonra her felâket hiç gelir!" demişti.
İslâm şehidleri ikişer ikişer toprağa verildiler. Tablo göz yaşartıcı idi.
Hz. Hamza (r.a) kaftanı ile toprağa veriliyordu. Hz. Peygamber'in hicretten önce Medinelilere
İslâmî öğretmesi için tayin ettiği ilk öğretmen Mus'ab b. Umeyr (r.a) toprağa verilirken
üzerindeki elbise kısa gelmişti. Göğüs tarafına örtülünce alt kısmı, alt kısmına örtülünce
de göğüs kısmı açıkta kalıyordu. Resulullah (s.a.s) örtünün alt kısmına örtülmesini üst
kısmına da izhir denilen kokulu otlardan konulmasını emir buyurmuştu.
Resulullah (s.a.s) Uhud şehidleri hakkında şöyle buyurmuştur:
"Uhud harbinde kardeşleriniz şehit olunca Allah Teâlâ onların ruhlarını bir takım yeşil
kuşların içlerine koymuştur. Bunlar Cennet ırmaklarına gelirler, içerler ve Cennet
meyvelerinden yerler. Sonra bu kuşlar, arşın gölgesinde asılı bulunan altın kandillere konup
tünerler. Şehid ruhları artık böyle mesut bir hayata erişince; bizim cennetteki bu halimizi
dünyadaki kardeşlerimize kim bildirir ki, onlar da bilsinler de cihatdan çekinmesinler
demişlerdi" (Tecrîd,186 vd; İbn Sa'd, II; 148).
Şamil İA