Gizli konuşma, işaret etme, emretme, ilham etme, ima etme, fısıldama, mektup yazma, elçi
gönderme, acele etme, seslenme. Yüce Allah'ın vasıtasız olarak veya değişik vasıtalarla
emirlerini peygamberlerine bildirmesi anlamında bir Kur'ânî terim.
"Vahiy" kelimesinin yukarıdaki anlamlarda kullanıldığına ait Kur'ân-ı Kerîm'de bir çok örnek
vardır. Bunlar şöylece sıralanabilir:
"Zekeriyya mihraptan kavminin karşısına çıkıp sabah akşam rablerini tesbih etmelerini vahyetti"
(Meryem, 11). Buradaki vahiy kelimesi ima etmek, işaret etmek anlamında kullanılmıştır;
"Biz her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık. Onlar birbirlerini aldatmak için
süslü ve yaldızlı sözler vahyederler" (el-En'am, 6/112). Şeytanların birbirlerine vahyetmesi;
fısıldama, gizli konuşma anlamlarında kullanılmaktadır;
"Şeytanlar dostlarına sizinle mücadele etmelerini vahyederler" (En'am, 6/121). Bu ayetteki
"vahiy" kelimesi teşvik etme, telkin etme, söyleme, anlamlarında kullanılmıştır:
Her gökte ona ait emri vahyetti" (Fusılet, 41/12); "Çünkü Rabbin kendisine vahyetmiştir"
(en-Zilzal, 99/5) âyetlerinde geçen "vahiy" kelimesi de emretmek anlamında kullanılmıştır; "Bana
ve Resûlüme iman edin, diye vahyetmiştim" (el-Maide, 5/111) âyetinde zikredilen "vahiy" kelimesi
ima etme, emretme, manalarını ihya etmektedir.
Musa'nın anasına: "Onu emzir. Eğer onun için korkarsan onu denize bırakıver, korkma ve mahzun
olma. Çünkü biz onu geri vereceğiz ve kendisini peygamber yapacağız" diye vahyetik" (el-Kasas,
28/7). Bu âyette geçen "vahiy" kelimesi de ilham ve rüya anlamlarında kullanılmaktadır.
Vahyin Geliş Şekilleri
Vahyin geliş şekilleri hakkında Kur'ân-ı Kerîm'de açık bilgiler yoktur. Vahyin geliş
şekilleriyle ilgili bilgileri Muhammed (s.a.s)'in hadislerinden ve sahabelerin
şehadetlerinden öğreniyoruz. Vahyin geliş şekilleriyle ilgili şöyle bir sıralama
yapılabilir:
1- Vahyin ilk şekli Rasûlûllah (s.a.s)'in uykuda iken gördüğü sadık rüyalardır. Bu rüyalarda
"sadık rüya" (Rüya-yı Sadıka)* adı da verilmektedir. Peygamber (s.a.s)'in gördüğü bu rüyalar
daha sonraları kendisine zahir olurdu. Hz. Aişe, "Peygamber, hiç bir rüya görmezdi ki, sabah
aydınlığı gibi apaçık zuhur etmesin" diyerek bu rüyalara ışık tutmaktadır.
2- Rasûlüllah (s.a.s)'in uyanık halde iken vahiy meleğinin onun gönlüne vahyi ilka etmesidir.
Vahyin bu şekli şu hadis-i şerifte bildirilmektedir: "Ruhu'l-Kudüs kalbime, "Hiç bir nefis
rızkını tüketmeden ölmeyecektir' diye üfledi. O halde Allah'tan korkun ve rızkınızı meşru
yoldan arayınız ". Ruhu'l-Kudüs, Cebrail'dir. Cebrailin göründüğü hakkında bir delil yoktur.
Hadisten de, meleğin görünmeden vahyi ilka ettiği anlaşılmaktadır.
3- Cebrail, bir delikanlı veya bir insan şekline bürünerek Peygamber (s.a.s) vahiy
getirmiştir. Cebrail'in bu yolla Ashab'tan Dılıye'nin suretine bürünerek vahiy getirdiğini
bir çok sahabî nakletmektedir. Vahyin en kolay ve en meşakkatsiz şekli budur.
4- Meleğin görünmeden Peygamber (s.a.s)'e vahiy getirmesidir. Peygamberimiz çan sesine
benzeyen bir ses duyardı. Vahyin en ağır şekli budur. Vahyin bu şekli tehdit ve vaad ihtiva
eden âyetlere özgüdür. Bu şekildeki vahyi Rasûlüllah (s.a.s) şöyle anlatıyor: "Bazan
çıngırak sesine benzeyen bir sesle gelir. Böylesi bana en ağır olanıdır. " Böyle bir vahyin
geliş anında Peygamber (s.a.s) titrer, terler ve rahatsız olurdu. İbn Abbas'tan rivayet
edilen bir hadiste Rasûlüllah (s.a.s)'in âyetleri zabtetmekte zorluk çektiği dudaklarını
kımıldattığı zikredilmektedir. Cenab-ı Allah, Peygamberine "Vahyi çabucak alması için dilini
kıpırdatma, onu toplamak ve kıraatını sabit kılmak bize aittir. Öyle ise sana Kur'ân
okununca sen onun kıraatına uy" (el-Kıyame, 76/16-18) uyarısında bulunmuştur. Bu âyetin
nâzil olmasından sonra Rasûlüllah Cebrail'i dinler, onun gidişinden sonra onun gibi okurdu.
5- Meleğin asli sûretinde görünerek Allah'ın emrini Peygamber (s.a.s)'e getirmesi ve
okumasıdır. Cebrail, bu şekliyle iki kez vahiy getirmiştir. Birincisi nübüvvetin
başlangıcındâ olmuştur. Peygamber (s.a.s) baygınlık geçirmiştir. İkincisi ise miraç olayının
gerçekleşmesinde olmuştur. Bu olaya delil olarak Ândolsun ki onun diğer bir defa da
Sidretü'l-Münteha'nın yanında gördü" (en-Necm, 53/12) âyeti zikredilebilir.
6- Rasûlüllah (s.a.s)'in uyanık halde iken Allah Teâlâ ile konuşmasıdır. böyle bir konuşmada
arada hiç bir vasıta yoktur. Namazın farz oluşu bu yolladır. Vahyin bu yoluyla ilgili olarak
aşağıdaki âyeti zikredilebilir. "Allah Musa ya da hitab ile konuştu" (en-Nisa, 4/164).
7- Cebrail'in Peygamber (s.a.s)'e uyku halinde iken vahy getirmesidir. Kevser Sûresi'nin bu
şekilde nâzil olduğu rivayet edilmiştir.
Vahy-i Metlüv- Vahyi Gayrı Metlüv (Okunan vahiy ve okunmayan vahiy)
Hz. Peygamber'in yukarıda belirtilen vahy şekillerinden almış bulunduğu vahiylerden ekserisi
âyetler, bir kısmı ise kudsî hadisler ve hadis-i şeriflerdir. Necm sûresi 4. âyette: "O,
kendi arzusu ile söylemez, o (söylediği), kendisine vahyedilen bir vahiyden başka bir şey
değildir" buyurulmuştur. Mıkdam b. Ma'dî-Kerib'in rivâyetine göre Hz. Peygamber de: Bana
Kur'ân ve onunla beraber O'nun gibisi verildi. Şunu iyi biliniz ki, Allah Rasûlü'nün haram
kıldığı da Allah'ın haram kıldığı gibidir..." (el-Hadis ve'l Muhaddisûn,12; Kurtubî, Tefsîr,
75) buyurmuştur. Bu âyet ve hadisi delil kabul eden bazı İslâm alimleri, Hz. Peygamber'in
hadisleri hakkında ictihad yapmasının caiz olmadığını ve sünnetin de Allah tarafından inzal
olunmuş vahiy gibi düşünülmesi gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Ancak mezhepler tarihi
incelendiği zaman görülür ki, Hz. Peygamber kendisine sorulan sorularâ vahy ile, yoksa kendi
re'yi ile ictihâd ederek fetva verirdi. İctihadında hata olursa Allah onun hatasını vahy
yoluyla düzeltirdi. Nitekim Bedir savaşında ele geçirilen esirler hakkındaki Peygamber
ictihâdı, Enfâl sûresi 67, 70 âyetleri ile tashih edilmiştir. Bu da gösteriyor ki
Peygamber'in ictihadı hatalı olabilir (bak. Muhammed Ebu Zehra, Mezhepler Tarihi, 21). Kudsî
hadisler ve hadis-i şerifler vahy ve ilham yoluyla Peygamber'in söylediği sözler ve şeriatın
ikinci kaynağı ise de, âyetler de recesinde değildirler.
Kur'ân, hadisi kudsî ve hadisin tarif ve vasıfları, okunan vahy ile okunmayan vahyin ne
olduğunu ortaya koymaktadır: Kur'ân, Cebrail (a.s) vasıtasıyla Arapça lafız ve hak manalar
da Hz. Peygamber'e vahy edilen, O'nun Allah'ın Rasûlü olduğuna delil ve insanların hidayeti
ile doğru yolu bulmaları için bir düstur, okunması ile ibadet edilerek Allah'a yakınlık
kazanılan, mushaflarda yazılı, Fatiha sûresi ile başlayıp Nâs sûresi ile sona ermiş, tevatür
yoluyla kitap olarak bize kadar intikal etmiş ve Allah'ın koruması ile en ufak bir
değişikliğe uğratılmaksızın nesilden nesile okunarak intikal edecek, beşerin bir benzerini
meydana getirmekten aciz bulunduğu ilâhî kelamdır.
Kur'ân'ın Özellikleri
a- Peygamber (s.a.s)'e uyanıkken Cebrail vasıtasıyla veya uykuda ve diğer vahy yollarıyla
inzâl edilmiştir. b- Lafız ve manaları Allah tarafındandır, c- Lafzı arapçadır, d- Gerek
namazda, gerekse namaz dışında okunarak ibadet edilir, e- Şekil ve manası Allah tarafından
konmuştur, f- Abdestsiz ve guslü gerektiren bir halde bulunan kimsenin Ona dokunması
haramdır, g- Boy abdest alması gereken kimse O'nu okuyamaz, h- Her harfini (ibadet kasdıyla)
okumanın on sevabı vardıra, ı- Belli kısımlarına âyet ve sûre adı verilir, j- Mushafta
yazılıdır, k- Fâtiha sresi ile başlayıp, Nâs sresi ile sona ermiştir, l- Zamanınıza kadar
kitap halinde tevatür yoluyla gelmiştir, m- Nesilden nesile intikalinden, her türlü
değiştirilmeden Allah'ın koruması ile korunmuştur, n- Beşer, bir benzerini meydana getirmede
acizdir, o- Lafzı olmaksızın yalnız manasıyla nakli (rivayeti) caiz değildir.
Kur'ân bu özellikleriyle, vahyi metulvü (okunan vahyi) meydana getirmektedir. Kurbet
niyetiyle namaz ve namaz dışında okunmakla ibadet edilir. Diğer vahy mahsulü olan kudsî
hadis ve hadislerle namazda okunarak ibadet edilmez. Ancak namaz dışında ilim ve teberrüken
okunabilir.
Kudsî Hadis
Allah'ın, manaları Hz. Peygamber'e (s.a.s) ilham ettiği fakat lafızlarını Peygamber
(s.a.s)'in ifade ettiği, Kur'ân'dan sayılmayan, okunmakla ibadet olunmayan (Kur'ân gibi
namazda okunmaz), ahad yolla (tevatürle değil) Rasûlüllah (s.a.s)' tan nakledilmiş ve onun
tarafından da Allah'a nisbetle ifade edilmiş sözlerdir. Kudsî hadis hakkında iki görüş
vardır: 1- Kudsî hadislerin hem sözleri hem de manası Allah'tandır, fakat Kur'ân'dan bir
âyet değillerdir. 2-Kudsî hadislerin manası, diğer hadisler gibi Allah'tan, sözleri ise
Rasûlüllahtandır. Bu tür hadislere aynı zamanda "rabbanî ve ilahî hadisler" de denir. Kudsî
hadislerde: "Rabb'ından rivayet ettiği hadiste Rasûlüllah şöyle buyurdu", "Kendisinden
Rasûlüllah'ın rivayet ettiği hadiste Allah Teâlâ şöyle buyurdu" gibi ifadeler kullanılmıştır
(bk. "Kudsi Hadis" mad).
Ebu'l-Bekâ, hadîsi şöyle tarif eder: Hadîs, tahdis mastarından bir isimdir, haber vermek
manasınadır. Sonraları Rasûlüllah (s.a.s)'e nisbet edilen bir söze veya fiile yahut bir
takrire hadis denmiştir. Sünnet ise lügatte, kişinin takib ettiği yol, pratik hayatta hal ve
tavır, âdet, gidiş, sîret gibi manalara gelir. Hadîs alimlerince hadîs ile sünnet aynı
manada kullanılmıştır. Sünnet kelimesi genelde Allah'a ve Rasûlüllah (s.a.s)'e nisbet
edilir. Allah'a nisbet edildiği zaman âdetullah, kanun manasında kullanılmıştır: "Daha evvel
geçenler hakkında da Allah bu âdeti koymuştur" (el-Ahzab, 33/62); "Biz bunu senden evvel
gönderdiğimiz peygamberler için de sünnet (kanun, kaide) yapmışızdır. Habibim sen bizim
sünnetimizde hiç bir değişiklik bulamazsın" (el-İsra, 17/77; Fatır, 35/43). Sünnet kelimesi
Hz. Peygamber'e nisbet edildiği zaman da onun sözleri, yani hadis-i şerifleri, fiilleri ve
takriri anlaşılır. Sünnet, dolayısıyla hadis-i şerifler "vahy-i gayrı metlüv" dür ve
özellikleri şunlardır: 1- Yalnız manası Allah tarafından vahyedilmiştir, sözleri Rasûlüllah
(s.a.s)'e aittir. 2- Bu sebeple manayı iyi anlayanların, onu yalnız manasıyla nakletmeleri
caiz görülmüştür. 3- Lâfzı mu'ciz değildir. 4- Okunarak ibadet edilmez (namazda okunsa namaz
bozulur). 5- Uykuda ve uyanıkken, meleksiz ve melekle türlü vahiy şekilleriyle gelmiştir. 6-
Kur'an için yukarıda sayılan diğer özellikler burada aranmaz.
Kur'ân'da vahy kelimesi, ilahî ve gayrı ilahî vahy olmak üzere iki manada kullanılmıştır.
Gayn ilâhî vahiy, Zekeriyya (a.s)'ın kavmine yaptığı vahy gibi "Derken Zekeriyya mescidinden
kavminin karşısına çıkıp onlara; sabah-akşam tesbihte bulunun" diye vahyetti" (Meryem,19/11)
"Ve şeytanların birbirlerine yaptığı vahiydir"... (el-En'am, 6/121). Vahy kelimesi ilk
âyette "işaret" manasında ikinci âyette ise "gizli söylemek ve fısıldamak" manasında
kullanılmıştır. Ilahî vahy anlamında kullanılan vahy kelimesinin 71 tanesi Hz. Peygamber
(s.a.s)'e yapılan vahy ile ilgilidir. Geriye kalanları ise cansız olan "arz"a yapılan vahy
(ez-Zilzâl, 99/4, 5), semaya yapılan vahy (Fussilet, 41/12), bal arısına yapılan vahy
(en-Nahl, 16/68, 69), meleklere yapılan vahy (el Enfâl, 8/12), Hz. İsa'nın Havarîlerine
yapılan vahy (el-Mâide 5/111), Hz. Musa'nın anasına yapılan vahy (el-Kasas, 28/7)'dir.
Şamil İA