Tevrât'a Göre Yahûdîliğin Tarihçesi
Yahûdîliğin tarihçesi, onların kutsal tarihini oluşturan mukaddes kitaplarına dayanır.
Mukaddes kitap, âlem'in ve ilk insanın yaratılışından, peygamber Malaki'ye kadar geçen
olayları içinde bulundurur.
Samî ırkından sayılan İbrânîler, kildânilerin Ur şehrinden çıkıp Harran'a gelirler (Tekvîn,
XI/27-30). Yahve (Tanrı), Abram'a (Hz. İbrahîm) Harran bölgesinden, Ken'an diyarına
göçmesini buyurur. O da karısı Saray'ı, kardeşinin oğlu Lut'u (Hz. Lût) ve Harran'da
kazandıklarını da yanına alarak Ken'an diyarına varırlar. O zamanlar orada Ken'ânîler
bulunmaktaydı. Tanrı, Abram'a görünüp o ülkeyi, onun nesline vereceğini bildirir. Abram da,
kendine görünen Rab için bir mezbah (kurban kesme yeri) yapar. Memlekette kıtlık çıkınca
Abram, Mısır'a gider. Mısır'a yaklaştıklarında Abram, karısı Saray şöyle der: "İşte
biliyorum ki, sen görünüşü güzel bir kadınsın; ve olur ki Mısırlılar seni görünce: Bu, onun
karısıdır derler ve beni öldürürler, fakat seni sağ bırakırlar. Senin yüzünden bana iyi
davranılsın, senin sebebinle canım yaşasın diye: Onun kız kardeşiyim' de. Ve vâkî oldu ki,
Abram Mısır'a girdiği zaman, Mısırlılar kadının çok güzel olduğunu gördüler ve Firavun'un
emîrleri onu gördüler ve onu Firavun'a medhettiler; kadın, Firavun'un sarayına alındı. Ve
onun yüzünden Abram'a iyi davrandı; ve onun koyunları, sığırları oldu. Ve Rab, Abram'ın
karısı Sara'dan dolayı, Firavun'u ve onun sarayını büyük vuruşlarla vurdu. Ve Firavun,
Abram'ı çağırıp dedi: Bana bu yaptığın nedir? Bu senin karın olduğunu niçin bana
bildirmedin? Niçin, Bu benim kız kardeşimdir' dedin, ben de onu karı olarak aldım ve şimdi,
işte karın, al ve git! Ve onların hakkında Firavun adamlara emretti; ve onu ve karısını ve
kendisine ait olan her şeyi gönderdiler" (Tekvîn, XII/1-20).
Abram ve beraberindekiler, Mısır'dan böylece ayrıldılar. Çok zengindirler. Çobanları
arasındaki bir tartışmadan sonra Abram'la Lut, birbirinden ayrılırlar. Lut, doğuya doğru
gider. Abram ise, Ken'an diyarında oturur. Abram, bulunduğu bölgede hakimiyetini kabul
ettirir ve bu arada esir edilen kardeşi (daha önce kardeşinin oğlu olarak belirtilir. Bkz.
Tekvîn, XII/5. Karş. Tekvîn, XIV/14-16) Lut'u kurtarıp yanına alır (Tekvîn, XIII-XIV. Bâb.).
Bu olaylardan sonra Rab, rüyâsında Abram'a görünür, ona yardım edeceğini bildirir. Abram,
O'ndan zürriyet ister. Tanrı da vereceğini vâdeder. Karısı Saray'ın teklifi üzerine câriyesi
Hacer ile evlenir ve ondan İsmail doğar. Bu sırada Abram, seksen altı yaşındadır (Tekvîn,
XI-XIV. Bâb). Doksan dokuz yaşına geldiğinde Tanrı ona görünür ve onun zürriyetini
çoğaltacağını bildirir. Bunun üzerine Abram, yüzüstü düşer ve Allah, onunla şöyle konuşur:
"Ben ise, işte, ahdim seninledir ve birçok milletlerin babası olacaksın ve artık adın Abram
(yüce baba anlamında) çağırılmayacak, fakat İbrahim (cumhûr -halk, umûm-'un babası
anlamında) olacak; çünkü seni birçok milletlerin babası ettim. Ve seni ziyâdesiyle semereli
kılacağım ve seni milletler yapacağım ve senden sonra zürriyetini, Allah olmak için seninle
ve senden sonra zürriyetinle benim aramda ahdimi, nesillerince ebedî ahid olarak sabit
kılacağım. Ve senin gurbet diyarını, bütün Ken'an diyarını, sana ve senden sonra zürriyetine
ebedî mülk olarak vereceğim ve onların Allah'ı olacağım" (Tekvîn, XVII/1-8).
Allah, İbrahim'den ve zürriyetinden gelecek olanlardan ahid olarak her erkek çocuğun sünnet
edilmesini ister. Yine Allah, İbrahim'e, karısı Saray'ın, bundan sonra Sara (prenses
anlamında) olarak çağırılmasını ve ondan bir oğul vereceğini, adının da İshak olacağını
bildirir. Böylece Sara, Hacer'i kıskanmaktan kurtulmuş olacaktır.
İbrahim, ahid gereği, kendisi doksan dokuz, İsmail de on üç yaşında iken, aynı gün sünnet
olurlar. Öte yandan Sara, İshâk'ı doğurur. İbrahim, oğlu İshâk'ı sekiz günlükken sünnet
ettirir. Çocuk büyüyüp sütten kesildiğinde İbrahim, oğlu için büyük bir ziyâfet verir. Bu
sırada İsmail'in güldüğünü gören Sara, İbrahim'den, onu kovmasını ister. Bu durum İbrahim'e
kötü görünür. Ancak Allah, İbrahim'e, Sara'nın dediğini yapmasını, çünkü neslinin, İshâk'ın
adıyla çağrılacağını söyler. Hacer, İsmail'i alıp çöle gider (Tekvîn, XVII/19-27; XXIXII.
Bâb).
Bir gün Allah, İbrahim'i denemek için, ondan biricik oğlu İshâk'ı kurban etmesini ister
(İslâm'a göre Hz. İsmail) İbrahim emri yerine getirmek üzere bir mezbah yapıp bıçağı eline
aldığında Rabb'ın Meleği göklerden ona çağırıp çocuğu boğazlamamasını, çünkü emri yerine
getirdiğini bildirir. Bunun üzerine İbrahim, gözlerini kaldırdığında, çalılıkta bir koçun
hazır olduğunu görür ve onu kurban eder. Bu olay üzerine Rab, ona, sözünü yerine
getirdiğinden dolayı, zürriyetinin düşmanlarının kapısına hâkim olacağını ve zürriyetinden
gelen bütün milletlerin mübârek kılınacağını bildirir (Tekvîn, XXV/1-20).
İbrahim, yüz yetmiş beş yaşında iken ölür. "Ve oğulları İshâk ve İsmail onu Mamre karşısında
olan Makpela Mağarasına, Hitti Tsohar oğlu Efro'nun tarlasına, İbrahim'in Het oğullarından
satın aldığı tarlaya gömdüler. İbrahim ve karısı Sara, oraya gömüldüler ve vâkî oldu ki,
Allah, İbrahim'in ölümünden sonra İshâk'ı mübârek kıldı" (Tekvîn, XXV/8-11).
İshâk'ın çocuğu olmadığından Rabb'a yalvarır, Esav ve Yakub adlı iki oğlu olur. Bir gün
ülkesindeki kıtlık sebebiyle İshâk, Filistinlerin kralı Abimelek'in ülkesi Gera'ya gider.
Orada karısını, kızkardeşi olarak tanıtır. Durumu anlayan Kral, niçin böyle yaptığını sorar.
O da, elinden alınıp kendisine zarar gelme korkusundan böyle yaptığını söyler (Babası Abram
(İbrahim)in aynı hareketini karşılaştırmak için bkz. Tekvîn, XII/10-20; XVI/6-12). Bunun
üzerine Kral, onları korur. Varlık sahibi olurlar. Ancak, Filistinler, onları kıskanarak
ülkelerinden çıkarırlar.
İshâk artık yaşlanmış ve gözleri görmez olmuştur. Bunun üzerine Yakub, babasının sevdiği
Esav'ın yerine, hîle ile kendisini mübârek kıldırır. Bunu öğrenen Esav çok sinirlenir ve onu
öldüreceğini söyler. Yakub, Harran'a gitmek üzere oradan ayrılır. Gecelediği yerde,
rüyâsında, yerden göğe doğru yükselen bir merdiven görür. Bu merdivenden, Allah'ın melekleri
çıkıp inmektedir. Başı, göklere ermiştir. Rab, ona şöyle der: "Baban İbrahim'in Allah'ı ve
İshâk'ın Allah'ı Rab benim. Üzerinde yatmakta olduğun diyarı sana ve senin zürriyetine
vereceğim; ve senin zürriyetin, yerin tozu gibi olacak ve garba ve şarka ve şimâle ve cenuba
yayılacaksın ve yerin bütün kabîleleri senden ve zürriyetinde mübârek kılınacaktır..."
(Tekvîn, XXVIII/13-15)..
Yakub, uyanınca, "Burası Allah'ın evidir ve bu, göklerin kapısıdır" deyip oraya "Beyt
el-Lehem" (Allah'ın evi) adını koyar; yoluna devam edip Harran'a ulaşır. Orada annesinin
kardeşi Laban'ın yanında çalışır; onun iki kızı yanında, iki de câriyeden on iki oğlu ve bir
de kızı olur. Onları alıp Ken'ân'a babasının yanına döner.
Yakub, çocuklarından en çok Yusuf (Yosef)'u sever. Bu yüzden kardeşleri onu kıskanırlar.
Yusuf, bir rüya görür ve kardeşlerine anlatır. Bu rüyâda, "kardeşleriyle birlikte bir
tarlada buğday demetleri bağladıklarını, kendi demetinin dik durduğunu, ötekilerin
demetlerinin ise, kendisininkinin çevresini kuşatıp eğildiklerini" söyler. Kardeşleri, bu
rüyâdan onun, kendilerine hâkim olacağı anlamını çıkarırlar, ona karşı kin ve kıskançlıkları
artar. Yusuf, bir başka rüyâsında güneş, ay ve on bir yıldızın, kendisine secde ettiğini
görür. Bu rüyâyı babası ve kardeşlerine anlattığında, babası onu azarlayıp, "Gerçek ben ve
anan ve kardeşlerin yere kadar sana eğilmek için mi geleceğiz?" der. Kardeşleri onu
kıskanırlar, babası da bu sözü yüreğinde tutar. Yakub, Yusuf'u sürüleri otlatmakta olan
kardeşlerinin yanına gönderince onlar da onu, elbiselerini çıkararak bir kuyuya atarlar.
Daha sonra da kuyudan çıkarıp onu, Mısır'a giden tüccarlara yirmi gümüşe satarlar.
Babalarına, kardeşlerini bir canavarın yediğini söyleyip, onun kana batırılmış entarisini
gösterirler.
Yusuf, Mısır'da, Firavun'un bir memuru olan Potifar tarafından satın alınır. Potifar'ın
karısı Yusuf'a aşık olup, ilgisine karşılık görmeyince iftira ederek onu hapse attırır
(Tekvîn, XXXIX/20). Yusuf, hapisteyken, Firavun'un gördüğü bir rüyâyı tâbir ederek
(yorumlayarak) hapisten kurtulur ve Firavun'un yanında önemli bir mevkie yükselir (Tekvîn,
XLI/40). Daha sonra Filistin'de bulunan babası Yakub ve kardeşlerini Mısır'a getirtir.
İsrail oğulları, böylece Mısır'a yerleşmiş olurlar (Tekvîn, XLIII. Bâb). Önceleri burada
rahat bir hayat geçiren Yahûdiler, zamanla büyük sıkıntılara, köleliğe düşerler (Çıkış,
I/12-13). Onları bu sıkıntıdan kurtarıp "Arz-ı Mev'ûd"a (Vâdolunmuş toprak Filistin'e)
döndüren Moşa (Hz. Mûsâ) olur (Tah. M.Ö, 1250).
Musa, Firavun ve ordusunun Kızıldeniz'de boğulup onları izleyememesi sonucu Yahûdileri,
Sina'ya getirir. Burada, Sina Dağında, Hz. Mûsâ'ya Tevrât ve On Emir verilir. Yahûdiler Sina
çölünde kırk yıl dolaşırlar. Mûsâ'dan sonra Yeşu onları Filistin'e götürür (Çıkış-Hurûc,
VII-XL. Bâblar; Yeşu, I-XXIV. Bâb). Filistin'de Hâkimler ve Krallar devrinden sonra Kral
David (Hz. Dâvûd, M.Ö. 1013-973), Kudüs'ü alır ve Yahûdilerin en parlak devresini başlatır
(bk. II. Samuel, V-IX. Bâblar). Oğlu Kral Şelomo (Hz. Süleymân, M.Ö. 973-933), babası
tarafından hazırlatılan yere kutsal Mâbed'i inşa ettirir. O zamana kadar bir çadırda korunan
ve içinde On Emir tabletleri bulunan mukaddes Ahid Sandığı, Mâbed'in bir odasına konur (bk.
I. Krallar, V-IX. Bâblar).
Hz. Süleymân'ın ölümünden sonra krallık, güneyde Yuda (Yahuda), kuzeyde İsrail olmak üzere
ikiye ayrılır (I. Krallar, XI-XII. Bâblar vd.). On kabîle, İsrail; ikisi de, Yuda Krallığına
bağlanır. Önce İsrail Krallığı, Asurlular tarafından M.Ö. 721'de; sonra da Yuda Krallığı
Babilliler tarafından M.Ö. 586'da yıkılır. Mâbed tahrîb edilir ve Yahûdiler, Babil'e sürgün
edilir. Sürgünde Yahûdi halkı, Ezra'nın çevresinde birleşir ve M.Ö. 538'de Kudüs'e döner.
Mâbed, M.Ö. 520'den sonra yeniden onarılır (bkz. Daniel, Ezra, Ester).
Yahûdi Mukaddes Kitabı, önceki peygamberler kadar, sonraki küçük peygamberlere de yer verir.
Bâbil Sürgünü döneminde İşaya, Yermiya (Yeremya) gibi peygamberler gelmiştir. İlya-Mesih'ten
önceki peygamber, Malaki'dir.
Yahûdi tarihinde Kudüs, İskender'den sonra Ağidler, Selefkî'lerin eline geçti. Mâbed
(Tapınak), M.Ö.168'de yağma edildi. Makkabî'ler, yeniden hâkimiyeti sağladılarsa da, M.Ö.
63'de başlayan Roma esâreti dönemi, M.S. 70'de Roma'lı komutan Titus'un, Kudüs'ü ve bu arada
Mâbed'i de yakıp-yıkmasıyla sonuçlandı. Yahudiler, dünyanın her tarafına dağıldılar.
Mâbed'den arta kalan Batı Duvarı (Ağlama Duvarı) yüzyıllarca onlarda millî ve dinî şuûru
ayakta tutmuştur. Mesîh inancının verdiği ümit, onlarda bu şuûrun devamlı varlığını
sürdürmesini temîn etmiştir.